Bölüm 6 🐚
Acı.
Hayatım hep bu küçük kelimenin etrafında dönüp durmuştu. Sanki merkezde duran oydu da ben ve yaşadıklarım çevresinde hayatımızı devam ettirmeye çalışıyorduk. Her dönüşümüzde de acıya bulanmamız kaçınılmaz oluyordu. Merkezdeki şeyden nasıl kaçabilirdik ki?
Nereye gitsek, hangi tarafa kaçsak aslında onun etrafında dönmekten daha fazlasını yapmadığımızı anlayacaktık. Sadece ben bu gerçeği biraz erken öğrenenlerin arasındaydım. Doğar doğmaz sırf hayatta kalmam ve istemediğim halde savaşmam için vücudumda uygulanan sayısızca şey acıydı.Yalnız kalmak acıydı. İçtiğim ilaçlar acıydı. Yediğim iğneler...çocukluğumu teslim etmek zorunda kaldığım günler... Hepsi ama hepsi birer acıydı.
Ve insanın alışmak zorunda olduğu şey bir 'acı' dahi olsa ona gerçekten alışıyordu. Bende bu duyguyla yaşamaya alışmıştım. Acının merkezde olduğunun bilincine vardığımda, artık ondan korkmayı reddediyorum haliyle. Artık acı benim için küçük bir çocuğun düştüğünde bacağında oluşan yara gibi bir şeydi. Ne zaman kabuk bağlamaya yüz tutsa onu yeniden kopartıyor ve kanatıyordum.
Beni esas dumura uğratan, acının çocuğu olan kederdi.
İşte acıya dahi alışan insan kedere alışamıyordu. O kederin üstüne getirdiği tutukluğa,vücudunun bu yeni hisle birlikte dışarıya bıraktığı gözyaşlarına. Keder tükenmiyordu.Daima oradaydı, karanlıkta boş ev gözleyen hırsızlar gibi sizinde boş anınızı bekliyordu.
Benim boş anımı da eninde sonunda bulmayı başarmıştı.
Nasıl bu denli hassaslaştığımı bilmiyordum ama kardeşimin beni hayatlarına yeniden dahil etmek istememesi, eve geri dönme ihtimalim karşısında gözlerinde gördüğüm o korku yıllarca uğraştığım kalkanımı yerle bir etmiş, geride sadece kocaman bir enkaz bırakmıştı.
İçimdeki enkazdan kalan yıkık tuğlaları gözyaşlarıma temizlemeye çalışıyordum ama yetmiyordu.
"Daha iyi misin?"
Barış'ın fısıltıyı andıran sesiyle ona biraz daha sokuldum. Neredeyse bir saati aşkın süredir yatakta birbirimize kenetlenmiş halde duruyorduk. Etraf karanlık olduğundan yanımdan çekip gitse onu göremezdim ama hissedebiliyordum. Benden cüssece büyük olan bedeni üstüme kalkan misali çökmüş halde dururken parmakları da sırtımda daireler çiziyordu.
"Ağlamak, kardeşinin yaptığı kabalığı örtmeyecek. Hissettiğin bu hüznün geçmesine yaramayacak.Sadece ağlamış olacaksın, o kadar."
"Ben..." dedim titreyen sesimle."Kendimi durduramıyorum." Çaresiz halimi fark ettiğim an ciğerlerimdeki tüm hava çekilmiş ve ağzımdan derin bir hıçkırık daha kaçmıştı.
Çenemden tutup kafamı kaldırırken, ona ne kadar yakın olduğumu tam kestiremiyordum.Ama konuştuğu dakika sıcak nefesi kurumuş gözyaşlarıma çarpınca birbirimize gerektiğinden daha fazla yakın olduğumuzu anlayabilmiştim.
"Bir şeylere üzülmek için hayat sence de çok kısa değil mi?"
"Ama anlamıyorsun. Ne kadar ölmek istesem de, yeniden evime döndüğüm zaman uğruna savaşacak bir şeyler bulabilirdim.Şimdi onu kaybettim." Sesim titrerken yeniden ağlamamak için gözlerimi sımsıkı kapattım."Benim artık bir evim yok."
Ne kadar kabul etmek istemesem de, bir evim yok muydu gerçekten? Evet, annem -babam hatta kardeşlerim hala yaşıyordu. Fakat ben geri döndüğümde o evde istenecek miydim? Belki de beni o evde istemeyen tek kişi Sena değildi. Doğduğum günden itibaren ebeveynlerimde öyle düşünmüştü ama başa gelen çekilir diyerek bana katlanmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kelebek Hikayesi
Teen Fiction"Bir kelebeğin ölüme uçuşu..." ♣ Bir esas kız, kötü çocuk ve aşk hikayesi değildir. Aksine, bir yan karakter hikayesidir. Kendi hayat hikayesinde, yan karakter olanlara ithaf edilmiştir.