"Barış'la son bir konuşma ve kaybetmeler üzerine,"
Geçen yıl, Ekim ayının sıcak sayılabilecek bir Çarşamba gününde, girdiğim sokakta bir yazı gördüm. Gece gizlice yazıldığı belli olan, spreyin yer yer azaldığı ama yine de vazgeçmeden yazılmaya devam edilen tuhaf bir söz. İlk bakışta yazan kişinin eli titrediği için olmuş olacak; ne anlatmaya çalıştığını anlayamıyorsunuz. Ancak dikkatinizi oraya yöneltip okumak için kendinize zaman ayırdığınızda anlam ifade etmeye başlıyor.
Pek huyum değildir yürürken etrafa bakmak. Altında ne yattığını bilmediğim çehrelere uzun uzun bakmak benim gibi bir adamı bile korkutabiliyor. Yanımdan az önce dünyanın en büyük acısını yaşamasına rağmen, yıkılmadan yürümeye çalışan birisi geçmiş olabilir ve ben bunu bilmeden, onu alelade bir insan sanmış olabilirim. Yanımdan yüzünde gülücükler açan bir katil geçmiş olabilir ve ben onun yüzüne dostça bakmış olabilirim.
Eli bıçaklı, kana susamış katillerden bahsetmediğimi umarım anlamışsınızdır. Onlar bir ruhu alır ve, işte bu kadar. O insanla işleri bitmiştir. Yollarına devam ederler. Benim bahsettiğim; kana değil, umuda susamış olan katiller. Asla sizinle işleri bitmez, sizi öldürmezler; ölmek istemenizi sağlarlar ve inanın bu daha acıdır.
Tüm bu saydığım sebepler ve daha fazlası yüzünden çevreyi mercek altına almadan, kendi adımlarımı izleyerek giderim bir yerlere. Çocukluktan beri değişmeyen nadir huylarımdan biri olabilir etrafa bakmadan yürümek. Ama o gün, bakışlarımı kaldırmak istedim. Sebebini aradan geçen bir yıla rağmen bilmiyorum; sadece birisi, kaldır şu kafanı, dedi ve ben etrafı görmek istedim. Duvara yazılmış o yazının, hayatımı ne şekle sokacağını bilmeden bakışlarımı kaldırdım.
Ve bitmeye yüz tutmuş beyaz bir spreyle yazılmış o duvar yazısını gördüm:
Hapisteki şairin dediği gibi, her insan sevdiği şeyi öldürür.
Bazı cümleler eline görünmez bir silah alıp, size iki el ateş edebilir ve bunu asla kanıtlayamazsınız. Vücudunuzdan oluk oluk kan akmasına rağmen, kimseye kanayan yerinizi gösteremezsiniz. İşte bu duvar yazısını okuduğumda, ilk hissettiğim şey görünmez iki merminin sol kaburgamı delip geçtiğiydi. Az önce bulunduğum sokakta bir silah patlamıştı ve yanımdan geçen herkes, bunu fark etmeden yollarına devam etmişti. Kelimelerin silahları akıllıdır, işlerini sessizce hallederler. Kelimelerin silahları akıllıdır, kimi öldüreceğini çok iyi bilirler.
O an, sokakta dikilip uzun uzun yazıya baktığımı hatırlıyorum.
Baktım ve düşündüm.
Her insan sevdiği şeyi öldürür müydü? Ben, her sevdiğim şeyi öldürmüş müydüm?
İlk öldürdüğüm kişiyi hatırlamaya çalıştım. Cevabı bulmak düşündüğümden daha kolaydı çünkü, uzun zamandır kendimden habersiz bu soruyu düşünüyordum sanki.
İlk öldürdüğüm kişi babamdı.
Ona dair sahip olduğum sayılı anıyı, bir çocuğun uçmasın diye tuttuğu balonu gibi sıkı sıkı hafızamda tutuyordum. Küçükken başımı okşamıştı ve bu dört yaşımdaki halim için öylesine gurur verici bir şeydi ki; saçlarımın üstünde hissettiğim güçlü parmaklarının izlerinin uzun bir süre orada kaldığını düşünmüştüm. Başka bir anımdaysa, bana gülümsemişti. Bir daha geri dönmeyeceği o işine gitmeden hemen önceydi bu. Belki adet yerini bulsun diye yaptığı şeyi, hiç unutmamıştım. Ne tuhaf değil mi? Sizin umursamadan yaptığınız ufacık bir mimik, başkasının hatıralarında asla unutulmamak için her gün temizlenen değerli bir şey haline gelebiliyor.
Sonra babam bana bir daha hiç gülmedi. Bir daha hiç geriye dönmedi.
Ve ben onu hiç acımadan tek seferde öldürdüm. Ama yine de ona kıyamayıp, kalbimdeki en ihtişamlı mezarlığı ona verdim.
Mezarının dahi güzel olması için uğraştığınız kişiyi öldürmek, çok komik değil mi sizce de? Hayır, acı değil. Bunu kabul etmiyorum. Onu öldürmem gerekiyordu, yoksa her gün dönmesini bekleyecektim. Onu öldürmem gerekiyordu, yoksa gülümseyen her fotoğrafına baktığımda bana o günkü gibi gülümsüyor sanacaktım.
Biliyor musunuz, şu dünyada en çok içinizde öldürülmeyi hak edenlerden bir tanesi geri dönmeyenlerdir. Geri dönmeyen insanlar, arkasında hiç kıymetli bir şey bırakmayan insanlardır. Geri dönmeyenler, gittikleri o yerde daha çok mutlu olanlardır. Babam, geri dönmedi. Babam, bizimle mutlu olamadı. Babam, gittiği yerleri hep bizden daha çok sevdi.
Babam, öldürülmeyi hak etti.
Sonraki sırayı annem aldı. Böyle söylemesi kolay gelebilir belki size, ama inanın bunu babam kadar kolay söylemedim. Çünkü annem bana daha güzel ve daha hatırlandıkça gülümseten anılar bırakmayı tercih etmişti. Bana sarılmıştı, öpmüştü, gülümsemişti. Yanımda olduğunu hissettirmişti.
Sonra gitti. Tıpkı babam gibi.
Babamdan farklı olduğu için sevdiğim her özelliğini yok saya saya gitti. Hangisi zor diye düşünüyorum bazen, cevap bulamadım. Sizce hangisi zor? Size az anılar bırakan birinin gitmesi mi yoksa çok ve güzel anılar bırakan birinin gitmesi mi?
Az anılar bırakan birisinin gitmesi zor, çünkü onu her hatırlamak istediğinizde doğruluğundan emin olamadığınız şeyleri düşünerek, ona ulaşmaya çalışıyorsunuz.
Çok anı bırakan birisinin gitmesi zor, çünkü onu hatırlamak istemeseniz bile size kendini hatırlatacak bir yol buluyor.
Annem düşmek üzereyken tutunduğum ellerini geriye çekip düşmemi izleyince, onu içimde öldürdüm. Arkada iz bırakmayacak kadar derinden, bir daha canlanmasını göze alamayacak kadar başarılı bir şekilde.
Sonra bir şeyler oldu ve ben artık hayatıma giren herkesi öldürmeye başladım. Sebepsiz yere. Hiç sorgulamadan. Birisiyle tanışmadan önce, onu kalbimde gömebileceğim bir yer var mı diye düşünüyordum. İşleri rayından çıkaran şey buydu sanırım. Herkesi yok etmeye yönelik yaptığım bu hareketlerim geriye tepti ve bir süre sonra, hayatıma ucundan kıyısından bulaşan herkes gerçek anlamda ölmeye başladı.
Tam bu sıralara denk geldi Zehra'yla tanışmam. Benim mutsuzlukla beslenen aç gönlüme, başka dünyaların da olabileceğini göstermişti. Bir insanın her ne yaşarsa yaşasın, mutlu olabileceğini göstermişti. Ufak, tefekti ve bu minik bedeninde herkese yetecek kadar mutluluk taşıyordu. Benden olabildiğince farklı olmasını garip bulmuş olmalıyım ki; onunla konuşmak, tanışmak istemiştim. Herkese yetecek olan o mutluluğundan, biraz da bana vermesini bekliyordum.
Zehra bana hiçbir insanın tam anlamıyla kaybetmediğini kanıtlamıştı. Annem, babam, ya da beni yok sayarak defolup giden her kimse, beni yalnızlaştırmaya yetecek kadar güçlü insanlar değillerdi. Sizin elinizden bir şeyler usulca kayıp giderken, hemen ardından yenisi geliyordu. Siz sadece elinizdeki şeyden vazgeçmeliydiniz, yeni gelen şeylere yer açmak için.
Bu yüzden Zehra'yı bırakmamak üzere tuttum. Avuçlarım onun küçük bedeninin varlığından kanayana kadar, yorulmadan tuttum. Bırakmak, dünyanın en korkunç şeyi gibi geliyordu. Bırakmak istemiyordum, ama zaten hayat sizin isteklerinizi pek takmıyordu. Hayat, Zehra'yı benden almak için ne kadar çabaladıysa ben de o kadar çabaladım. Vermeye hiç niyetim yoktu. Pes etmeye de.
Fakat, Zehra ellerimden hayat tarafından zorla alındı.
Size bir sır vereyim mi? Hayat her zaman kazanır. Bu yüzden onunla bir rekabete girmek yapabileceğiniz en anlamsız şeylerden biridir. Hayat, açgözlüdür. Asla galip olmaya doyamaz, bu yüzden sürekli birileriyle rekabete girmek ve rekabete girdiği kişinin elindekileri almak ister. Sonra bir diğerine geçer, bir diğerine ve bir diğerine.
Siz sürekli, hayata yenilmeye devam edersiniz. Sürekli sahip olduğunuz şeyleri ondan kaçırmaya çalışır ama her defasında kaybedersiniz. Ta ki, bir gün hayatın istediği şey elinizdeki şey değil de; siz olana kadar.
Size bir sır daha vereyim. Ben bomboş bir adamım. İttirseniz, devrilecek; üfleseniz yankı yapacak kadar. Boşluklarımı her neyle kapatmaya çalışsam, başarılı olamadım. Eğer, doldurulamayacak bir boşluğunuz varsa, bırakın dursun. Doldurmak için yaptığınız her uğraş; o boşluğu büyütmekten başka bir işe yaramaz.
Hiç kimseye tam anlamıyla sahip olamadım. Hiç kimseyi adam akıllı ellerimde tutamadım. Ben o kadar çok kişiyi öldürüp içimde onlara bir mezar yaptım ki, sonunda kendim yürüyen bir mezarlığa döndüm.
Çarptığım her yaşamı devirmeden rahat bırakmadım. Sonra, bir gün, odasından dışarı çıkamayacakken dünyada neler olup bittiğini merak eden bir kızın hayatına çarptım ve bu benim sonum oldu. Kendi kendime bu sefer hayatla mücadele etmeyeceksin dedim, çabalamayacaksın. Zamanı geldiğinde, bu kızı hiç diretmeden hayatın ellerine teslim edeceksin. Hayatın, onu senin ellerinden almasına izin vereceksin.
Hesaplayamadığım bir şeyler oldu ve bu kız, benim tüm düşüncelerimi alt üst ederek, bana tutundu. Onu bırakmak isteyen bendim ama o bana, tüm gücüyle tutunuyordu.
İstemeden, hiç beklemediğim bir anda ben de ona tutundum.
Sonra, hayat geldi.
Bana baktı, tanıdık bir arkadaşa bakar gibi. Bu sahneyi, bu rekabeti seninle daha önce çok yaşadık ve sonucun ne olduğunu çok iyi biliyorsun der gibi. Vazgeç der gibi. Bu kız için de, o çok meraklı olduğun kalbinde bir mezarlık ayarlasan iyi olur der gibi.
Tamam, dedim. Haklısın.
Bir mezarlık kazdım bu kız için.
Hayat, mutluydu. Yine galip geliyordu çünkü. İnsanların ellerindeki şeyi almaya doyamıyordu.
Kız, ellerime tutunmayı bırakmıştı artık. Olacakları bildiğinden mi yoksa tutunmaktan yorulduğundan mı bilinmez, hayatın ellerine kendi isteğiyle gitti. Yüzlerce kez arkasına baka baka, ürkek gözlerinde son bir konuşmanın açlığıyla yana yana.
Ufak elleri titrerken, son bir adım attı ve hayat onu tüm mutluluğuyla kollarına aldı. Artık, bu kızı ölüme teslim etmeye hazırdı.
Durmadım. Kazmaya başladım yine. Hiç durmadan, yorulmadan.
Kızın mezarının hemen yanına, bir mezar daha kazdım. Ellerim acıyana, vücudum kasılana kadar kazmaya devam ettim.
Bazıları için yaşar, bazıları için ölürsünüz. Zehra için yaşamıştım, bu kız için ölecektim.
Nisan için.
Mavi saçlı kızım için.
O gün bar taburesinde etrafını korkak bir şekilde izleyen kız için.
Onu her gün, her saat sevmemi bekleyen kız için.
Tüm isteklerine rağmen sevemediğim kız için.
Bilmem ki; bir soru var kafamda. Neden sevemiyorsun diyor, neden senden beklediği o iki kelimeyi söylemedin diyor. Herkese, her şeyi dedin de, ona istediğini söylemek bu kadar mı zor geldi diyor.
Bir ses var içimde, insan uğruna yaşadığı kişiyi mi yoksa uğruna öldüğü kişiyi mi daha çok sever diyor.
🍁
Ufacık bir bilgi: Son cümle Barış'ın hislerini biraz olsun anlamanız içindi. Barış'ın içindeki sese cevabınız nasılsa, Barış'ın kimi sevdiğini ona göre şekillendirebilirsiniz. Bunu tamamen size bırakıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kelebek Hikayesi
Ficção Adolescente"Bir kelebeğin ölüme uçuşu..." ♣ Bir esas kız, kötü çocuk ve aşk hikayesi değildir. Aksine, bir yan karakter hikayesidir. Kendi hayat hikayesinde, yan karakter olanlara ithaf edilmiştir.