"Sadakat mi? Ah, evet, baltam.*" -Tsangdera askeri Acuzio
***
Tsangdera Karargahı, Ekim 13, 1068"I can't remember anything
Can't tell if this is true or dream
Deep down inside i feel to scream
This terrible silence stops me..."
En anlamlı sözler bile sesi berbat olanın ağzında kapı gıcırtısına dönüşüyordu.
Gece ise bir yandan sessizliğiyle benim sesimi bastırmaya çalışırken bir yandan da yağmura hazırlanıyordu; o ne kadar kibarca bulutların grisiyle paylaşıyorsa da kendini, gri biraz daha baskın çıkmak için gecenin lacivertini alabildiğine örtmeye çalışıyordu. Hatta varlığını yeryüzüne de hissettirmek isteyen bulutlar daha da alçalmış, başımın üzerinde tuttuğum kovanın ağırlığını da artırmışlardı. Ben de çareyi şarkı söylemekte bulmuştum. Berbat sesim, uyumsuz uzatmalar ve ara ara yaşadığım nefes tıkanıklıkları yüzünden sadece kendimi değil, birini daha rahatsız ediyordum. Aslında sırf verdiğim bu rahatsızlık yüzünden, on birinci yüzyılda, askeri bir karargahta Metallica'ya ait savaş karşıtı bir parçayı bağıra çağıra söylemeye devam ettim.
"Now that the war is through with me..."
"Kes artık sesini!"
Sesimden rahatsız olan diğer kişi sırtını yasladığı ağacın altından bağırınca güldüm.
"Sen hâlâ uyumadın mı Acuzio?"
Homurdanması, gönüllü olduğu görevden duyduğu pişmanlığı yeterince anlatıyordu ama bu geceyi sadece benim rahatsız geçirmem haksızlık olurdu.
"Sen doğuran bir at gibi sesler çıkarırken ne mümkün uyumak?"
Demek ki, kapı gıcırtısından çok doğuran bir at gibi sesler çıkarıyormuşum.
"Dalton Trumbo okumamış olman bu şarkıya hakaret etmeni gerektirmez."
O sırada çakan bir şimşek ağacın altındaki siluetini aydınlattı. Kollarını kavuşturmuş bir şekilde gözlerini dikmiş beni izliyordu. Benim gözlerimi kırpmama izin vermemesi emrini, kendinde uygulayan adamın inatçılığına bir kez daha sövdüm. İçinde bulunduğum yüzyıla uzak bir gelecekten esintiler serpiştirdiğim sözlerimi -alışkanlık gereği- aptallığıma veriyordu.
"Şarkıya değil sesine hakaret ettim, arada fark var."
Burada olan varlığı yüzünden başımın üzerindeki kovayı bırakıp kısa bir süreliğine dinlenme kaçamağı yapamıyordum ama yine de onunla yaptığım bu saçma sohbet hoşuma gidiyordu.
"Daha önce konsere gitmişsin gibi konuşmasan?"
"Neden sadece pes etmiyorsun? Kovayı bırak ve bana seni öldürmem için bir bahane ver. Böylece ben de saçmalamandan kurtu..."
Öncekinden daha güçlü bir aydınlanma ve arkasından yükselen yanık kokusu sonunda dikkatini benden ayırmasına neden olurken hayatımda ilk defa düşen bir yıldırıma sevindim.
"Yerinde olsam o paratoner işlevi gören ağacın altından çekilirim, yeterince çirkinsin ve kızarınca da bir hindi kadar çekici olacağını sanmam."
Neyi kastettiğimi anlamamış olması tamamen aptal olduğu anlamına gelmiyordu, ağacın yanından uzaklaşıp muhtemelen az önceki yıldırımın düştüğü ağacın olduğu yerden yükselen gürültüye yöneldi. Bulunduğumuz yerden sadece alev almış dallardan yükselen ince ışığın gecenin küçük bir kısmını aydınlatışını görebiliyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MYTH
FantasyGelecekten geçmişe, edebiyattan savaşa, nikotin arzusundan kan arzusuna uzanan bir yolculuk. Ve aşk... Onun yolculuğu ise hiçlikten sadakate doğru.