T r e d e c i m

1.7K 201 93
                                    

"Fırtınalarda seyahat etmek, açık denizlerdeki köpek balıklarını def etmek, köleliği tarihe gömmek istiyorum; herhangi bir erkeğin sevgilisi olup onun önünde eğilmek değil." -Trieu Thi Trinh

***
Tsangdera Karargahı, Ekim 16, 1068

Korkularla yüzleşerek başa çıkılması gerektiği fikrini savundum hep. Bu yüzden yükseklikten korkanın yükseklikle, kandan korkanın kanla, ölümden korkanın ölümle yüzleşmeden korkusuna galip geleceğine inanmıyorum. Sudan korktuğum halde lisede yüzme dersini seçmemin de nedeni bu benimsediğim felsefemdi.

Su fobisi ölüm korkusuyla iç içedir, korkunun asıl nedeninin boğulmak olduğu düşünülürse. Alınan her nefesle birlikte ciğerlere gitmesi gereken oksijenin, iki hidrojeni de beraberinde sürüklemesi... Suyun saldırı tekniğine kinci bir hayranlık duyardım, ciğerlerden önce beyni ele geçirdiğine dair bir teorim vardı; her tarafını sararak boğmak üzere olduğu kurbanının kurtulmak için almaya çabaladığı her nefeste, kendini düşmanı ile biraz daha doldururcasına çırpınmasına başka bir açıklama getiremiyordum.

Kurbanının beynini ele geçirmesi için temasa da ihtiyacı yoktu, bakanı hipnoz eden görüntüsü yeterliydi; derinliklerinde saklanan karanlık, gökyüzünün ödünç maviliğini laciverte çevirdiği merkezinden itibaren kıyılara doğru hakimiyetini kısmen kaybediyor, ekimin keşfedilmemiş bir dilde sarı rengi nitelediğini düşünmeme neden olan sazlıklar ise ufak bir harekette sıralandıkları, karşılıklı iki yakadan birbirini selamlıyorlardı.

Ben ise her baktığımda boğulma korkusu yaşadığım Schlia'yı taşıyan gözlerin karşısında elimde bir usturayla, kendime verdiğim sakinleşme telkinlerimi umursamayan bedenimle öylece dikiliyordum.

"Daha ne kadar bekleyeceğim?"

Seni bilmem Adauto, ben çürüyene dek durabilirim bu şekilde.

"Yani seni tıraş etmemi istiyorsun?"

Üçüncü kez tekrarladığım sorum, durgun mavilerini öfkeyle dalgalandırırken çoğunu çıkarsam da hâlâ uçları sarılı olan iki parmağımdaki sızıya rağmen usturanın sapını sıktım.

"İstemiyorum, emrediyorum. Bir aptal olsan bile aradaki farkı hâlâ anlayamamış olman can sıkıcı."

Farkında olmadan üzerine doğrulttuğum usturanın parlak yüzeyine bir bakış atıp homurdandı.

"Yüzümdeki sabun kurumadan başlasan iyi olur."

Giustino'dan bir hediye olduğunu öğrendiğim obsidyenden yapılma usturayı yüzüne yaklaştırırken son bir şans vermek istedim.

"Seni doğrayabilirim, biliyorsun, değil mi?"

Bileğimi yüzüyle arasında mesafe bırakmayacak kadar usturayla beraber çekerken bu kez yüzeyinde paten yapılacak yoğunlukta buz tutmuş gibi görünen gözlerini kıstı.

"Neden olduğun her çiziğe karşılık yüzünde bir iz de ben bırakırım."

Bileğimi herhangi bir kazaya neden olmamasına dikkat ederek kurtardıktan sonra onu taklit eder gibi homurdandım.

"Obsidyenin kötü enerjiyi aldığını sanırdım."

Çenesini kaplayan sabun köpüklerine rağmen kasıldığını saklayamayan yüzüne alaycı bir şekilde bakıp tek taraflı konuşmama devam ettim.

"Anlaşılan sinirlerin şifalı taşlara filan aldırış etmiyor."

"Çeneni kapamazsan taş kafanı koparacağım."

MYTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin