S e p t e n d e c i m

1.7K 211 85
                                    

"Bir aptalın sizi öpmesine izin verin ama bir öpücüğün sizi aptal etmesine asla." - William Shakespeare

***
Tsangdera Sarayı, Ekim 17, 1068

Giustino'nun bana gerekli açıklamayı saraya varınca yapacağına söz vermesiyle iyice düşen tansiyonun ardından Adauto ve Sergius'a yetişmek için oldukça yeni olan at binme tecrübemin sınırlarını zorlayarak saraya doğru ilerlemeye başladık.

"Ne kadar kısa sürede yetişirsek Sergius'un neden olacağı karmaşayı o kadar lehimize çevirme şansım olur," demişti yolda, rüzgara karşı sesini duyurmaya çalışarak.

Giustino'nun askerlerini köyde bırakıp önümüzdeki birliğe yetiştiğimizde dediğini de yaptı. Beni asi ilan etmeye hazırlanan Sergius ve hâlâ çok öfkeli olan Adauto'yu ikna edişini izlerken güttüğü politikaya ettiğim hakaret yüzünden utanmıştım.

Hakkımdaki kesin kararı ertesi gün yola çıkmadan açıklayana dek herhangi bir suçlamanın kralla paylaşılmayacağı emrini verdiğinde şimdilik kurtulmanın verdiği rahatlamayla artık iyice yaklaştığımız sarayı incelemek istedim.

Tam olarak ne hayal etmiştim sarayla ilgili bilmiyorum ama meşalelerle aydınlatılmadığı takdirde geceye karışacakmış gibi duran bu taş yığını kesinlikle göz korkutucuydu. Surlarla çevrili avluya -açılması neredeyse bir ömür süren- demir parmaklıklı kapıdan sırayla girerken arkalarda kalma çabam, Camelot Sarayı'nın paralel bir evrendeki kötü ikizi gibi duran sarayla karşılaşmamı engelleyememişti.

Gecenin ilerleyen saatine rağmen Büyük Salon'da süren küçük çaplı bir davette kralın bizi kabul edeceğini öğrenince, atları teslim alan seyislerin arasına sıvışmak istedim, ne yazık ki bu çabam da işe yaramadı. Ensemden tutarak beni neredeyse zorla salona sürükleyen Adauto, "En ufak yanlışında işini Valor'a bırakmadan ben bitiririm," diyerek uyarmıştı bir de.

Üzerinde karga simgeleri olan flamalar ve yüksek tavandan sarkan şamdanlar dışında süslemede yetersiz görünen salon oldukça büyüktü. Kapısından uç kısmındaki tahta kadar uzayan masalarda ise bence sandalye yerine ahşap sıra kullanmakta haklıydı, artık dekoratör her kimse.

Adauto'nun birliğiyle gelen prensi ve kralın danışmanı olan Sergius'u görünce heyecanla dalgalanan kalabalığın ardında kralı seçemiyordum. Yanına rapor vermeye giden Adauto, Sergius ve Giustino üçlüsünden kurtulunca masadaki yiyeceklere gerçek anlamda saldıran Pertz'lerin arasına katıldım ben de. Üzerimdeki meraklı bakışların farkındaydım ama soru sorması yasaklanmış diğerlerine aldırmadan içinde ne olduğunu bilmediğim bardağı kafama diktim. Bir yandan da önümde ne varsa ayırt etmeden tıkınıyordum.

Son yemeğimmiş gibi...

Zaman ilerledikçe masadaki yorgun Pertz'lerin çoğu, saraydaki askerlerin kaldığı bölmeye giderken oturmaya ve yemeyi durdursam da içmeye devam ettim. Aynı zamanda etrafı izleyen bakışlarım, kalabalığın üzerinde gezerken lacivert elbise giymiş kadında oyalandı bir süre. Salondaki çoğu kadının aksine üzerine giydiği elbisenin ağırbaşlı görüntüsünün içinde o kadar güzel görünüyordu ki... Uzun kollarından başlayarak vücudunun üst kısmını saran kumaş, kalçalarından ayak bileklerine doğru dökülüyordu, tıpkı şelale gibi. Yakasından itibaren neredeyse siyahken, ayaklarının ucunda toplanmış kısma gelene kadar açık bir maviye dönen elbisenin rengi mi kadını daha gösterişli hale sokuyordu yoksa kadın mı elbiseyi, karar veremedim başta. Elimdeki bardakta ne olduğunu bir türlü anlayamadığım içeceği inatla içmeye devam ettiğim gibi aynı kadını uzunca incelemeyi bırakmadım. Attığı her adımda hareketlenen kumaş, elbise canlıymış gibi bir his veriyordu. Kendisine seslenen bir başka Aerie'ye bakmak için etrafında döndüğü sırada savrulan eteğindeki renk geçişleri gözlerimi alınca karar verdim; kesinlikle bu güzel birliktelikte büyük pay elbiseye aitti.

MYTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin