"Dinle. Sadece kulaklarınla değil, tüm vücudunla... Hisset. Ağlıyorlar. Ruhlarıyla..." -Visck (?)
***
Tsangdera Karargahı, Ekim 12, 1068Güneş batmak üzereydi; bulunduğum yerden heybetli siluetini belli belirsiz görebildiğim Uhrel'in ardında, gitmeden son kez ışıklarıyla ulaşabildiği her yere dokunmaya çalışıyordu. Ama toprak nedense bir an önce gecenin taşıdığı soğukla kavuşmak için kaskatı kesilmiş, güneşin içine işlemesine izin vermek istemiyordu. Uzandığım yerden hissedebiliyordum beklentisini. Güneşin ise bunu umursadığını sanmıyorum, nasılsa gecenin üzerini örten yine onun ışıkları olacaktı. Kaybolurken bile ardında bıraktıklarını kızıla boyayarak geceye bir nota bırakıyor gibiydi. Tetikte olması için... Geri döneceğine dair...
Tıpkı Adauto gibi.
Yattığım yerden hızla doğrulup sırtımı su kuyusuna vererek oturdum. Ağırlaşmış göz kapaklarım ve etraftaki sakin atmosfer biraz daha şekerleme yapmam için yalvarıyordu ama sona yaklaşmışken yeni bir emre daha dayanamazdım. Eskimiş gömleklerden şeritler şeklinde kopardığım parçalar, sardığım avuçlarımdaki ter ve patlayan su baloncuklarının da etkisiyle ıslanıp yer yer kararmıştı. Bir tanesinin ucundan tutup yavaşça açmaya başladım. İlk katların aksine tenime yapışan parçayı yavaş yavaş kaldırırken dişlerimi sıkıyordum.
Ağda yapmak gibi.
Şu farkla ki tüyler değil, deri parçalarımdı çekilen.
Hâlâ bez parçasını çekmekte zorlandığıma göre avucumdaki yaralar iyileşmemişti. Uzun bir süre de iyileşeceğe benzemiyordu. Tekrar sargıladığım yumruğumu sıktım. Adauto'nun eğitim olarak adlandırdığı şey yüzünden sadece ellerim değil, tüm vücudum, her bir hücrem isyan bayrağını çekmek üzereydi.
Yanı başımda beni kamufle etmesi için yerleştirdiğim tahta kovalara bakıp içimi çektim. Neyse ki kestirmeye karar vermeden önce ikisini de kuyudan doldurmuştum. Benim gibi sırtını kuyuya yaslamış uzun ağaç dalını omuzlarıma yerleştirip yanında katlı duran ıslak bez parçasını enseme, dalın temas edeceği yere sıkıştırdım. Dizimi kırıp hafifçe yere çökerek önce ilk kovanın sapını dalın sağ omzumdan sarkan çengeline geçirdim. Aynısını diğerine de yapıp kollarımı ağaç dalının iki tarafına sardıktan sonra yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım.
Sonunda iki ayağımın üzerinde titrek bacaklarımla durmayı başardığımda nefesimi bıraktım.
Demek ki liseden sonra halter kaldırma alanında kariyer yapmamakla iyi bir seçim yapmışım.
Hıçkırığa benzer bir kahkaha ağzımdan kaçtığında delirdiğime emin oldum, iki haftalık eğitimim amacına ulaşmıştı. Aslında Domitus'un buna TE* -Tortureducation- adını taktığını öğrendiğim an arkama bakmadan kaçmam gerekirdi.
Gittiğinden beri haber alamadığım prensin de, beni buraya bırakan Visck'in de canı cehenneme.
Ama en çok Adauto'nun; iki haftadır ip üzerindeki bir cambaz gibi ölümle dans etmem için beni zorlayan komutanın... Belki gittiği yerde taşıttığı suları pişmanlıkla hatırlar.
Ahırlara yaklaşırken bilerek yavaş hareket ediyordum, suları dökme korkusunun yanı sıra güneşin giderken yanına almadığı birkaç ışık parçasının da Uhrel'in ardında kayboluşunu gözlemek için. Bu konuda topraktan daha sabırsızdım, gecenin üzerimi örtmesi konusunda.
Gece işkencem son buluyordu çünkü, geçici bir süreliğine de olsa. Kılıç eğitimini ilk gün o kadar hafif atlatmamın ardından oluşan umut kırıntısı, ertesi günden başlayarak vücudumu güçlendirmek adına uygulamaya koyduğu işkenceğitim yüzünden, uzun süre bulamayacağımdan korktuğum bir yere saklanmıştı. En kötüsü de beni zorlama sebebini haklı bulmamdı. Kılıç kullanmak veya diğer Pertz'lerin eğitimine ayak uydurabilmek için fiziksel olarak güçsüzdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MYTH
FantasyGelecekten geçmişe, edebiyattan savaşa, nikotin arzusundan kan arzusuna uzanan bir yolculuk. Ve aşk... Onun yolculuğu ise hiçlikten sadakate doğru.