"Bir Pertz'i alt edebilecek tek silah bir kadındır... En azından bu Pertz'i..." -Tsangdera Ordusu 2. Komutanı Domitus
***
Londra, 2011Kum rengi duvarlara tezat olsun diye seçilmiş gibi duran mor koltuklar, berbat rengini daha da ortaya çıkarmak istercesine cilalanmış masanın önünde karşılıklı olarak yerleştirilmişti. Masanın üzerindeki yeşil banker lambasının yanında ikinci roman denememin taslağı duruyordu. Oturduğum mesafeden tamamını göremediğim, kısa bir not düşülmüştü ilk sayfaya. O notu yazan kalem gelişigüzel bir şekilde yine taslağın üzerine konulmuştu.
İlk denememin sayfalarındaki korkunç yazıların etkisini artırmak için kullandığı aynı kırmızı kalemdi muhtemelen. Terleyen ellerimi, silmekten parlayan pantolonumun dizlerinden uzaklaştırıp koltuğun kenarlarına yerleştirdim. Tam karşımda duran saatin tik taklarına uyumlu bir şekilde parmaklarım tempo tutmaya başladı.
On beş dakikadır bekletiyordu beni. Eğer durum tersine dönse, bekleten ben olsaydım... Tüylerim ürperdi. Bu kez okumadan taslağı suratıma fırlatırdı.
Omuzlarımdaki saçlarımın bir tutamını burnuma götürdüm. Bugünkü eleştirilerine hazırlanabilmek için neredeyse bir paket sigara bitirmiştim. O kadar da ağır kokmuyordu. Bence...
Azarlanırken bakışlarımı dikmeyi alışkanlık haline getirdiğim o tablodaki gözleri yine üzerimde hissediyordum.
Guernica.
Sahi insan ne yapardı öyle bir ortamda? Ne hissederdi ölümün tam ortasında?
"Fantastik roman diye, seni tutuklattırabilecek katliam sahnelerini doldurduğun taslakları önüme koymaktan ne zevk alıyorsun?"
Tam arkamdaydı, bunu bilmenin rahatlığıyla gözlerimi dev...
"Bana gözlerini devirme," diyerek sert adımlarla yürüyüp masanın arkasındaki koltuğa yerleşti. Uzanıp alabileceğim -cesaret edebilseydim- mesafedeki taslağımı kucağıma fırlatınca derin bir nefes aldım.
İlk sayfada Matt'in düzgün el yazısı ile yazılmış not diğer sayfalardakilerin habercisi gibiydi:
"Çöp."
Tsangdera, 1068
Yattığım yeri yadırgayarak uyanmıştım yine.
Lütfen...
Lütfen başımın altındaki yumuşaklık bir başka yarılmış karından taşan bağırsaklara ait olmasın.
Gözlerimi göreceklerimden korkarak yavaşça araladım. İyice yükselmiş güneşin parlaklığı etrafımı net görmeme engel oluyordu. Elimi kaldırarak alnımdaki teri sildim. Az önceki metalik kan kokusu sıcağın da etkisiyle iyice yoğunlaşmıştı. Kim bilir hangi bedenin üzerinden kalkmış bir sinek grubunun başımın üzerinde vızıldadığını bulanık bir şekilde görebiliyordum. Elimi havada sallayarak onları dağıtmak isterken gittikçe netleşen görüntüye tenimdeki kan lekesi dahil oldu. Hızla doğrulup etrafıma baktığımda az önceki kılıç saplı bedenin bacağını yastık olarak kullandığımı fark ettim.
"Her ceset gördüğünde böyle bayılacaksan seninle işimiz var."
Her ceset gördüğümde?
Daha fazlası da mı olacaktı?
Tekrar midem bulanırken daha fazla kusmamak için derin derin nefes almaya başladım. Diken diken kısa, siyah saçları ve elinde tuttuğu baltası ile beni hoşnutsuz bir şekilde süzen adama aldırmamaya çalışıyordum; daha kötüsüne maruz kalmıştım bu bakışların, komutan tarafından. Doğrulurken gözüm yine baltasına takıldı. Sapından, bayağı keskin görünen ucuna kadar kan içindeki -muhtemelen az önce gördüğüm kafatası parçalanmış adamın beyin parçalarının da bulaştığı- silahının gövdesini sıkıca sarmıştı eli.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MYTH
FantasyGelecekten geçmişe, edebiyattan savaşa, nikotin arzusundan kan arzusuna uzanan bir yolculuk. Ve aşk... Onun yolculuğu ise hiçlikten sadakate doğru.