"Hayat üç bölümdür: Dünyayı değiştireceğini sandığın, dünyanın değişmeyeceğine inandığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun." -Jean Paul Sartre
***
Tsangdera Sarayı, Ekim 18-19, 1068"İnanabiliyor musun, beni öpmektense zindanın duvarlarını yalamayı tercih edeceğini söyledi."
Adauto'nun beni zindanda bırakıp gitmesinden sonra bir süre parmaklıklara yapışık halde kalmıştım. Hakaretini ancak birkaç dakika sonra algılayınca da gür bir kahkahayla bedenim zindanın gerilerine savrulmuştu.
"Ne adam ama..."
Günün geri kalanını zindandaki yeni dostumla dertleşerek geçiriyordum. Pek sessizdi ama arada beni onaylarcasına mırıltılar çıkarıyordu. Eh, benim de konuşacak değil, dinleyecek birine ihtiyacım vardı.
"Hem kaba hem baş belası! Ona Sergius'un hain olduğunu söylüyorum, Argtealılarla işbirliği yapmış olabileceğini anlatıyorum ama o ne yapıyor? -Öfkeyle zindanın pis duvarına yumruk attım- Benim deli olduğumu düşünüyor."
Zindanın pisliğine bulanmış sızlayan yumruğumu gömleğimin eteğine sildikten sonra, kaçabilecekken durmuş beni dinleyen diğer mahkumla konuşmaya devam ettim.
"Her ne plânlıyorsa büyük hamlesini çok yakında yapacak, anlıyor musun? Kral zaten kanlı geceden korkuyor, eminim yatağın altında tir tir titriyordur. Böyle bir babadan..."
Ona Giustino'dan bahsedecek kadar güvenemiyordum henüz, parlak gözlerinden bakışlarımı kaçırıp tekrar parmaklıklara yaklaştım.
"Hey! Sizi Tsang pislikleri! Bu fareyi beni korkutmak için koyduysanız çabanızın işe yaramadığını duyun. -Başımı çevirip yüksek sesimden korkarak duvardaki bir oyuğa doğru hızla kaçan fareye baktım- O da kralınız kadar korkak."
"Agnus da Tsang'dı. Kendi kanına hakaret ediyorsun tatlım."
Arkama bakmaya korkarak panikle bağırmaya devam ettim.
"Ona konuşmayı hanginiz öğretti peki? Konuşan bir fare beni hiç korkutamaz. -Bacaklarımı koala gibi parmaklıklara dolayıp bedenimi yukarı çektim, n'olur n'olmaz- Mickey Mouse ile büyüdüm ben."
Arkamdan değil de tam karşımdaki zindanın karanlıklarından yükselen bezgin sesle şaşırdım.
"Konuşan benim. -Sesiyle birlikte bedeni de görüş açıma girdiğinde başımı iyice parmaklıkların arasına sokmaya çalışarak kim olduğunu anlamaya çalıştım- Yerinde olsam ki isterdim; senin zindanının manzarası çok daha iyi, o pis demirlere bu kadar yapışmazdım."
Duvardaki meşalenin aydınlığında görebildiğim uzunca koyu renk saçları olan bir adamdı, söylediklerine takılmıştım.
"Manzara mı? Buradaki küçük deliği mi kast ediyorsun?"
Parmaklıklara dokunmak istemezmiş gibi ellerini arkasında kavuşturmuş halde beni izleyen adam sırıttı.
"Kendimi kast ediyorum, sence de bu iğrenç yerde parlamıyor muyum?"
Sözlerini mevcudiyetine hakaret sayan meşale birden sönüp bizi deliklerden sızan cılız ışıkla bıraktığında sustu. Ben de sonunda farenin konuşmadığına ikna olup parmaklıklara dolanmış kol ve bacaklarımı çözerek zemine ayak bastım.
"Delinin tekisin, değil mi?"
Parmaklıkların önünde volta atmaya başladı.
"Hayır, tatlım, en az senin kadar akıllıyım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MYTH
FantasyGelecekten geçmişe, edebiyattan savaşa, nikotin arzusundan kan arzusuna uzanan bir yolculuk. Ve aşk... Onun yolculuğu ise hiçlikten sadakate doğru.