9.Bölüm: Renklerin Acı Tonları

117 41 22
                                    

Merhaba canımlar. 1.5k olduk. Çok mutluyum. Çok teşekkür ederim. İyiki varsınız. Umarım bölümü beğenirsiniz. İyi okumalar. 💙

Acı...

3 harflik bir kelime...

Ama o kadar çok anlama geliyor ki...

Umudunuzu hiç yitirdiniz mi?

Acılara büründüğünüz oldu mu?

Benliğinizi kaybetmek... ölüm bile ondan iyi.

Kim olduğunuzu bilmiyorsunuz.

Her gün her saat kendinize
'Ben kimim?' diyorsunuz.

İsyan etmek, baş kaldırmak istediğiniz halde imkansız bir yerdesiniz.

Siz ne yapardınız?

Kaçış yolu bulabilir miydiniz?

3 Hafta olmuştu.
Tam tamına üç hafta.
Aras'ın beni ordan oraya sürüklediği üç hafta.
Ve şuan mahzen gibi bir yerdeydim.
Kendimden bezmiş bir halde buraya kapatıldım.
Önümde kurumuş bir ekmek, birazı yenmiş...
Duvarlarda pürüzlülük bana eski evimizi hatırlattı.
Hafifçe gülümseyerek ellerimi duvarda gezdirdim.
Ağır toz kokusu genzimi yakmıştı.
Ne mutlu zamanlardı.
Sanki o zamanlar bana hiç uğramamış gibi hissediyordum.

Olduğum mahzenin yukarısında parmaklık takılmış, küçük bir pencere bulunuyordu.
Bazı günlerde şimdi de olduğu gibi küçücük bir ışık demeti bana gülümserdi.
Onu her gördüğümde içim umutla dolardı.
Ama umut iki yıl önce beni en kötü şekilde terk etti.
Kimsesiz bıraktı.
Umut kafamızı karıştırır.
Ama rahatlamamızı sağlar.
Yol gösterir.
Buraya kapatıldığımdan beri kabuslarım doruk noktadaydı.
Her gün daha çok acı veriyorlardı.

Her gece benim için berbattı.
Her gece bu dar mahzende çığlıklarım yalvarışlarım yankılanıyordu.
Tükeniyordum.
Ve o; Aras beni anlamıyordu.
Tamam bana hiç vurmadı.
Ama bu bana böyle davranma hakkını vermez.
O anda
Kilit açılma sesi... nefretin sesi... ölümün sesi...
Kolu indirip içeri girdi.
Kapının gıcırtısı içimi ürpertmişti.
Ayak sesleri odada yankılanıyordu.
Ve tam önümde durdu.
Çaresizliğimi umursamadan kafamı kaldırıp ona baktım.

Hiç bir mimiği belli olmuyordu.
Bana her zaman boş bakıyordu.
Sert yüz hatlarını kendisi dizayn etmiş gibiydi.
Aslında yüzü yumuşak hatlara sahip ama o kendine böyle bir maske takıyordu.
"Gidiyoruz." buz gibi bir tonda.
Sendeleyerek ayağa kalktım.
Tam karşısında durup gözlerinin içine bakarak
"Yetmedi mi bu ızdırap? Ne haldeyim görmüyor musun?"
Gözlerim dolmaya başlamıştı.

"Hiçbir şey hatırlamıyorum. Acı çekiyorum. Ölmek istiyorum. İyi değilim. Ne yaşadım bilmiyorum.
Sen benim ruhuma saldırıyorsun."
Ve o anda gözyaşlarım yer ile bütünleşti.
Görüş açım kapanmıştı.
Ölene kadar ağlamak istiyordum.
Hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.
Geriye doğru giderek sırtımı duvara yasladım.
Çömeldim ve içimdeki bütün acılarımı
gözyaşlarımla atmaya başladım.

İşte şimdi denizleri neden bu kadar sevdiğimi anladım.
Deniz en iyi sırdaş ve rahatlatıcıdır.
Acılarımı suya akıtmak en güzeli.
Acılarınızı suya bırakın ve akıp gitsin. Belki akarken arınıp canlılara hayat verir.
Umut olur doğaya.
Gözyaşlarım benim gibi tükenme noktasına gelmişti.
Kafamda bir karartının olduğunu hissedince başımı kaldırdım.

Yüzü
yine buz gibiydi.
Ama elinde temiz kıyafetler vardı.
Bu yaptığı birine yumruk atıp
'Ah acıdı mı?' demekle aynıydı.
Hatta daha beteriydi.
Amacın ne? Bilmiyorum
Aras Varoğlu.
Ama senden nefret ediyorum.
Zaten nefret etmem normal. Değil mi?

Elindekileri dizimin üstüne bırakıp kapıya doğru yürümeye başladı.
Tam kapının önünde durdu.
Ve
"Yandaki banyoyu kullanabilirsin." dedi buz gibi bir sesle.
Yetti ama. Ne yaptığının farkında mı?
"Amacın ne senin? Söyle ne planlıyorsun? İyi davrandığında sana sempati beslememi mi bekliyorsun? Çok beklersin."
Hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti.
Bir cevap verseydin ya.

Aslında verdiği kıyafetleri asla giymezdim.
Ama çok kirliydim.
Bıraktığı kıyafetleri elime almak istedim ama ellerim tozdan berbat haldeydi.
Kolumun üstüne alıp ayağa kalktım. Ayaklarım acıyordu.

Yavaş küçük adımlarla banyoya girdim.
Kapısını kilitleyip elbiseleri dolabın üstüne bıraktım.
Apartmanı sadece dıştan biliyordum.
Ama dışı çok güzel görünüyordu.
Beni kapattığı gibi bir yerin olduğunu nasıl bilebilirdim ki.
Üstümdeki kirli kıyafetlerden kurtulup küvetin içine girdim.

Buna gerçekten ihtiyacım vardı.
Suyun altına girip hüngür hüngür ağlamaya, benim deyimimle;
acılarımı suya akıtmaya başladım.
Yıkanıp elbiselerimi giydikten sonra
aynanın karşısına geçtim.
Beklediğimden daha iyi bir haldeyim.
Gözlerimin altı mosmor ve bu bakışlar bana mı ait?
Ben
bu kadar hüzünlü bakan biri değildim.

Beni ne hale getirdiniz acılar?
Şimdi mutlu musunuz?
Saçımı bağlayıp banyodan çıktım.
Evi bilmediğim için etrafa baka baka ilerliyordum.
Son kalan yere baktığımda şoka uğradım.
Aras elinde bir fotoğrafla diz çöküp ağlıyordu.
Gerçekten ağlıyordu.

Biz iki yaralı ruh.

İkimizinde yaşadığı acılar birbiriyle bağlantılı.
Ama o her şeyi bilirken,
ben hiçbir şey bilmiyorum.
Beni fark etmemiş olacak ki
fotoğrafa bakıp konuşmaya başladı.
"Çok üzgünüm. Affedin beni. Bunu yapabileceğimi sanmıyorum."

Onun yanına gidip sırtını sıvazlamayı çok istedim.
Ama korkum şefkatime göre daha ağırdı.
Kafasını kaldırıp bana bakınca gözlerindeki acının yerini her yeri yakıp kavuracak bir intikam ateşi aldı.
Elindeki fotoğrafı çebine hızla koyup bana sert ve hızlı adımlarla yaklaşmaya başladı.
Çok korkutucu görünüyordu.
O bana yaklaştıkça ben ondan bir adım uzaklaşıyordum.

Bu yaptığımızın bir sonu olmayacağını fark etmiş olacak ki
"Bana tek bir soru sormayacaksın."

Kafamı hızla tamam anlamında sallayınca yanımdan geçip gitti.
Onu takip etmeye başladım.
Apartmandan çıkıp haki yeşili arabaya bindik.
Arabayla kavga edercesine sürüyordu.
Sanki kendini dizginliyor
gibiydi.
Neden her şeyi anlatmıyorsun Aras?
İkimizinde ruhu aynı olaydan dolayı yaralı zaten. Neden yaralarımızı deşiyorsun?
Acaba ailem ne düşünmüştür?
Yalan söylediğim için kızmışlar mıdır?
Çok özledim onları.
Anneme sarılmayı koklaya koklaya öpmeyi, Berkle atışmalarımızı bile özledim.
Burnumu çektim.
Bunları biraz daha düşünürsem gözyaşlarım sel yaratacaktı.
Kafamı kaldırıp camdan dışarıyı seyretmeye başladım.

Koşuşan mutlu çocuklar...

Hiçbir şeyden haberleri yok.
Tertemizler.
Onlar bir renk olsaydılar;
canlı renkler olurdular.
Bense o renklerin en acı tonları olurdum.
Siyahın karanlığında hapsolmuş bir beyaz, çekiciliği alınmış bir kırmızı, cazibesi yok edilmiş bir mor olurdum ben.
Aslında,
Acının tek bir rengi yok. Bütün renklerin bir acı tonu vardır.
Artık ne olduğumu bile bilmiyorum.
Sanki bütün kapılar suratıma kapatılmış.
Gidecek yerim yok.
Ben bunlara dalıp giderken,
arabayı bir hastanenin önünde durdurdu.
Ve "Artık her şeyi öğrenmenin zamanı geldi." dedi.
Artık eksik yaşamayacak mıydım?
Her şey çözülecek miydi?
Ama hastanede ne öğrenebilirdim?
Bunu düşününce içimi korkunç bir duygu kaplamıştı.
Korku, acı, endişe, merak...
Hepsi bir arada çok fazlaydı.
Şimdi her şey bitiyor muydu?
İçimdeki karanlık taraf her şeyin daha yeni başlayacağını söylüyordu.

SİLİK GEÇMİŞİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin