•••
Normal bir yerde değilim. Ayaklarım yere değiyor ama gittikçe hareket ediyorum. Başım dönüyor lakin oldukça da dinç hissediyorum. Bulunduğum ortamın üstümde bıraktığı etki tam olarak; korku. Tek kelimeyle korkutucuydu.
Vücudum mu kayıyordu yoksa üstüme dökülen bir ağırlık mı vardı emin değildim lakin bir şeyler normal değildi. Hissettiklerim mi? Yoksa yaşadıklarım mı?
Her ikisi de.
Bulunduğum yer bir bataklık. Belki gerçek anlamda belki de yalnızca kumar gibi sürekli kaybedilen zararlı bir oyun. (Y/N: Sınav yaklaştıkça ben.)
Kendi kurduğun oyunun başına yıkıldığını hissedemiyor musun? Ben tozlardan önümü göremiyorum. Senin yıkıntının tozları bunlar.
Duygu denen şeyin bende tanımı yok gibiydi bir bakıma artık. Her şeyin fazla karışık olması yetmiyormuş gibi ard arda geliyordu. Bir dakika önce öfkeliyken, bir dakika sonra şaşkınlığı en diplerde yaşıyordum. Her zaman söylemiştim değil mi, bir şeylerin yanlış olduğunu. Hala arkasındayım.
Yüzüne bakmadan, "Kimsin sen?" dedim güçsüz bir sesle.
Oysa ki o kadar çok çabaladım ki güçlü durmak, beni ezip geçmek isteyen insanların karşısında dimdik durmak için. Ama yapamadım.
Ne zaman düşsem de; kanayan dizime rağmen ayağa kalkan ben, artık doğrulamıyorum bile.
Zihnimdeki doluluk, ağırlık, olayların karmaşıklığı... Bunların üstüne çektiğim bol ve sancılı baş ağrısı, saçma sapan bir işe girmemin getirdiği yorgunluk... Üzgünüm ama artık dayanamıyordum. Yemin ederim, Kim Kai'yi eritip bitirmeye gelmiş olan ben eriyordum günden güne. Canım acıyordu önceden de lakin o zamanlar gülüyordum. Şimdi ise titreyen dudaklarıma dahi engel olamadan, öylece yığılıyordum. Tıpkı şuanki gibi.
"Lu Han." Dedi kendinden emin bir sesle. "Kyungsoo neden böyle bir soru soruyorsun?"
Ses tonundan da anlamıyor musun? Seni tanıyan herkes delirdiğini düşünüyor.
"Salakmışım gibi konuşma benimle!" diye bağırdım bir anda. Titreyen dudaklarıma aldırmadan, öfkeden kızardığına emin olduğum gözlerimle ona döndüm. "Sana gerçekte kim olduğunu sordum, şuanki halini değil!"
Tereddütle etrafına bir bakış attı. Derin bir nefes alıp başını yukarı kaldırdı ve indirdi. Alaylı bir ifadeden daha çok sanki olan bütün her şeye tahammülü yokmuş gibi duruyordu. Ne gibi geliyordu acaba ona şuanki hallerim? Kaprisli mi duruyordum, yoksa gerçekten deli gibi mi?
"Sesini alçalt, Kyungsoo." dedi sakinleştirici bir tonda. "Bizi duyacaklar yoksa. Sessiz ol ki sana yardımcı olabileyim."
"Yardımcı olmak mı?" dedim camdan dışarıyı izleyen gözlerimi ona çevirerek. "Sen daha geçen güne kadar beni tehdit eden insansın. Şimdi bana neyin iyiliğinden bahsediyorsun, Lu Han?"
"Evet, bu doğru. Lakin artık bir şeylerin değişmesi gerekiyor."
"Kes sesini!"
Dişlerimi sıkarak işaret parmağımı sertçe göğsünün üzerine bastırdım. Destek aldığı ayakları dokunuşuma dayanamadığından vücudu yere yığıldı. Ayrılan parmağım daha fazla dayanamamış olacak ki, üzerine gittim. Saçlarım alnımdan aşağı dökülüyordu, Lu Han'ın üstünde tehlikeli bir şekilde dururken. Parmağımı yeniden aynı noktaya bastırdım.
"Sehun'u nereden tanıyorsun?" dedim parmağımın uyguladığı kuvvete çok ters düşecek bir şekilde. Öylesine sakin konuşuyordum ki, ona tek parmağımla uyguladığım işkencenin kimse farkına varamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Naughty Or Nice // kaisoo
FanfictionBu bir oyun. Fazla masum görünen ama bir o kadar acımasız, kuralsız ve can yakıcı... "Bir sayı söyle Kim Jongin. Bu sayede seni öldüren ben değil, akılsızlığın olacak."