Son bir.
•••
Tükenmişlik.
Tam olarak bu.
Durumumu illa bir şekilde açıklamam gerekirse; kısa ve öz bir şekilde böyle tanımlarım. Çünkü ne daha uzunu için takatim var, ne de söyleyecek sözüm. Söylemek istediğim bir çok şey vardı ama kurumuş dudaklarımı aralamak çok zor geliyordu. Oysa ki ne çok şey vardı içimde dışarı çıkmayı bekleyen.
Ama konuşmak için kullanabileceğim tek bir kelime dahi yok.
Tükenmişlik miydi beni bu hale getiren yoksa üşengeçlik mi? Karar vermesi zordu. Ama illa bir şeyi seçmem gerekirse; baş ağrısı derdim. Oh Sehun haklıydı büyük ihtimalle. Demiştim ya, ruhum çekiliyor gibi hissediyordum. Ellerim ayaklarım karıncalanıyordu. Yürümek dahi bu kadar zorken, beni koltuğa yavaşça bıraktı Yixing. Evet, en iyi bildiğim şey olan yürüme eylemini dahi kendim yapamayacak derecedeydim. Belki de buna neden olan Sehun'la konuşmamızdı, ya da burnumdan sürekli akan ve sonu gelmeyen kan... Bütün enerjimi de beraberinde sürükleyerek vücudumu terk ediyordu.
Ama acı çekmiyorum.
En azından karşımda oturan Jongin kadar.Birbirimizden en uzak köşelere oturduk ikimiz de. Sanki kaçabilecekmişiz gibi... Lakin ikimiz de farkındaydık. Bir fark vardı. O da ben artık çabalamaktan yorulmuştum, Jongin ise yolun başındaydı.
"Pamuğu bastırmaya devam et," Yixing beyazdan kırmızıya dönmüş pamuğu yenisiyle değiştirdikten sonra konuştu. "Başını geriye at, Kyungsoo."
Emrine boyun eğerek, taşıması zor gelen başımı hızla geriye bıraktım. Çarpmanın etkisi hafiften başımı döndürse de, bir tepki vermedim. Kafamı daha da gömdüm yumuşak yastığa. Ve yorgunca izledim, Jongin'i. Kanepenin kenarına yasladığı dirseğiyle, elini ağzının üstüne kapattı. Saçları gözünün önünü kapatsa da, her ne kadar gizlemeye çalışsa da görüyordum onu.
Üç gündür durmak bilmeden ağlayışını.
Daha ne kadar saklayacaksın, Jongin?
Daha ne kadar benden uzak kalacaksın?Böyle desem de her şeyin farkındaydım. Asla her şey eskisi gibi olmayacaktı. Biz dört sene önceki nişanlı insanlar değildik artık ne de olsa. Ortada ne yaşanmışlıklar kalmıştı, ne de o masum sevgi. İki yabancı insandan başka neydik ki şuan? Hangimizin birbirimize bakacak yüzü vardı?
Yixing; ben uyuduğum süre boyunca her şeyi anlatmıştı onlara. Bu yüzden Jongin daha iyiydi diğer günlerin aksine. Elindeki aile kağıtları, gerek yurt kayıtlarının olmayışı... Her şeyiyle araştırmıştı Yixing. Ve Sehun'u içeri tıkan da oydu. Tıpkı Lu Han, Baekhyun ve Jongdae'yi de aynı deliğe yolladığı gibi.
Kendine hakim olamadan ağzından kaçırdığı hıçkırıklığıyla, içimin yandığını hissettim. Yanına gidip, saçlarıyla oynamak ve burada olduğuma onu inandırmak istedim ama yemin ederim gücüm yoktu. Vücudum bir kum torbasından başka bir şey değildi. Kim nereye iterse oraya yamuluyordum.
"Sesini gizleme," dedim yorgunca. Burnumdaki pamuk yeniden kanımla renklenmişken. "Ağlama."
Yine de dönüp bakmadı. Sanki yapmak istedi ama dönüp bakamadı. Yemin ederim, farkındaydım her şeyin ne kadar zor olduğunun. Durum benim için de aynıydı ama tükenmiştim işte. Ne ağlayacak yaşım, ne kırılacak kalbim, ne de masum duygularım kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Naughty Or Nice // kaisoo
FanfictionBu bir oyun. Fazla masum görünen ama bir o kadar acımasız, kuralsız ve can yakıcı... "Bir sayı söyle Kim Jongin. Bu sayede seni öldüren ben değil, akılsızlığın olacak."