Unuttuğum, yarım kalmış bir işi tamamlamak üzere yola koyulmuştuk. Hava artık tamamen kararmış, insanlar evlerine doğru koşuşturmaya başlamışlardı. Bizim kasabadan çok daha kalabalıktı burası ve ışıklar gözlerimi alıyordu. Konteynıra yaklaşık on beş dakika kadar yürüdükten sonra varabilmiştik. Kapıyı araladığımızda hemen, hemen her şeyin bıraktığımız gibi olduğunu görünce rahatlamıştım. Henüz peşimize birileri düşmemişti ve bu bizler için oldukça iyi bir haberdi. Kapıyı açar açmaz Riley ayaklandı.
"Nerede kayboldunuz?"
William ona alaycı bir şekilde cevap verdi.
"Meraklıyız bakıyorum da."
William'dan umduğu cevabı bulamayan Riley bakışlarını üzerime çoktan dikmişti. Havada kalan sorusunu ben yakaladım.
"Dolaştık biraz. Önemli bir şey yok."
"Evet canım hiç önemli bir şey yok. Ortada bir ölü bir de yaralı var. Tabi olacak o kadar bunlar gayette normal şeyler." deyip gözlerini devirdi Riley.
Bu durumdan hoşnutsuzluğu sadece yüzüne değil sözlerine de yansımıştı. William oradaki ahşap yıpranmış sehpanın dibinde bir tabureye oturmuş bekleyen yaşlı doktorun yanına gidip onunla fısır fısır konuşmaya başladı. Birkaç dakika sonra konuşmaları bittiğinde ise adamın elini sıkıca kendi elleriyle kavrayıp teşekkürlerini iletti. Onu uğurlamak üzere açtığı kapıyı örttüğünde konteynırın içinde aranmaya başlamıştı. William durmadan bir yerleri kurcalarken bizse Riley'le birbirimize bakıp onun ne aradığını anlamaya çalışıyorduk. Her yer talan olduğunda William bir elinde kazma diğer elinde kürek karşıma dikilmişti.
"Haydi gidiyoruz?"
Nereye gittiğimizi tahmin etmek benim için güç değildi fakat Riley rotamızı henüz bilmiyordu. "Yine nereye gidiyorsunuz?" diye sordu William'a.
"Bir kerede anla be kızım. Adamı gömmeye."
"Kusura bakma her gün cenaze ekibi görmüyorum da ben."
"Anladık, anladık."
"Bende sizinle geleyim mi? Kazma, kürek sallamam ama."
"Sen Tobey ile kal. Baksana hala kendine gelememiş."
William böyle deyince Tobey'e çevirmiştim bakışlarımı. Hala baygın yatıyordu. Alnındaki ter damlaları saçlarını ıslatmıştı. Ama bu hali bile ilk karşılaştığımız andakinden bin kat iyiydi.
Biz kapıdan çıkarken Riley seslendi.
"Dikkat edin!"
Daha fazla bir şey demesine fırsat bırakmadan William kapıyı Riley'in suratına kapattı.Aracı bıraktığımız yere varınca etrafı kontrol edip arabaya yerleştik. William hareket etmeye yeltendiğinde ona:
"Böyle çok dikkat çekmiyor muyuz? Sürücüsüz bir araba yani." diye soramadan edemedim.
Hafifçe kafasını öne doğru eğdi William, haklısın der gibiydi. Üzerimden kolunu uzatıp aracın torpido gözünü açarak oradan birkaç tuşlu ufak bir kumanda aldı. Kumandanın üzerindeki mavi tuşa gözüme soka soka bastığında bana dönüp:
"Artık dikkat çekmiyoruz." dedi.
Anlamamıştım, konuşmasını sürdürme gereği duyarak devam etti.
"Bak bu tuş (eliyle göstererek) şuradaki cihazı çalıştırıyor. Oradan üç boyutlu bir insan silueti bizim yerimize arabayı kullanıyor gibi gözüküyor."
"Sizin kullandığınız her araçta var mı bu sistem?"
"Hemen, hemen ama herkese tahsis edilmiyor. Sınırlı sayıda anlayacağın. Bu yüzden Bay Parker gibi topluluğa tabi insan şoförlerimiz var." Dedi William. Topluluk hakkındaki edindiğim intibaların yetersizliği ile karşılaşmıştım o dakikalarda. Bu topluluğun yapabileceklerini, gücünü küçümsemiş gibi hissettim kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAMLAR
FantasyDikkat! Toprak Adam kitabını okumadan bu kitaba başlamanız tavsiye edilmez. Zira bazı olaylar, kişiler, durumlar serinin ilk kitabıyla bağlantılıdır. Toprak Adamlar, Adolf Hitler Almanya'sı zamanında üstün insan deneylerinin bir üst düzeye aktarı...