Ben hep böyle iki durak arasında kaldım. Ama sen sanma ki o iki durak otobüse bindiğinde gideceğin yere en yakın mesafedeki, burada mı insem, şurada mı insem daha az yürürüm diye düşündüğün o duraklar gibiydi.
Benim duraklarımın hiçbiri birbiri ardına dizilmemişlerdi malesef. Birinin kıyısından diğerinin ucu görünmüyor. Aynı güzergaha dahil etmemiş bu durakları koskoca belediye. Aynı otobüs hattı bakmıyor. Hatta aynı şehirde bile değil bunlar. Belediyenin de elinden bir şey gelmemiş anlaşılan. Onlar da haklılar tabi. Duraklarımın biri Anya'da biri Konya, biri cehennemde biri cennet. Birinde mevsim yazsa birinde kış var. Biri sensen, biri o. Biri bensem biri sen. Biri o ise biri ben. Yani biri varsa diğeri yok. Biri gerçekse diğeri yalan. Yine o iki durak arasındaydım işte biri gerçek, biri yalan. Biri bana onu getirir. O aynı biri seni götürür.
Yıllarca yanlış durakta yanlış otobüsü beklemiş, söylediği her yalanda kendine yeni yollar çizmiş birisi olarak bu sefer yön değiştirmeye hiç niyetim yoktu. Birinin kalbini bir doğruyla kırmam gerekiyorsa kıracaktım.
"Sana ilk geldiğim gün birinden bahsetmiştim. Hatırlıyor musun?"
Riley'in kanı donmuş gibiydi. Öylece dikildi kaldı karşımda. Sonra gayet mimiksiz bir şekilde:
"Unutmama hiç fırsat vermedin ki!" dedi.
Haklıydı fakat bu haklılık ve ince sitem dolu sözler benim ancak bunun farkına varmamı sağlamıştı. Utandım biraz. Biraz da çekindim söyleyeceklerimden. Dilimin kılıçlarının kör olmadığının farkındaydım elbet. Ama bu kadar da keskin olabileceğini düşünmemiştim.
"Haklısın." Dedim ona aklımdan geçeni tutmadım içimde söyleyiverdim. O da biliyordu ki haklı olduğunu biraz gücenmeme izin verdi buna hakkım varmış gibi. O an işte keşke dedim keşke bir yalan daha söyleseydim. Belki çıkmazdı o yalan ortaya ve belki unuturdum seni o zamana kadar. Ya da bu zamana kadar. Değer miydi doğruyu söyleyip onun kalbini kırmaya? Değmezdi ve zaten değmedi de.
"Eee?" Dedi Riley dayanamayarak.
"Onunla konuşuyordum." Dedim ben de. Ok yaydan zaten çıkmıştı hedefi de kırmızı renkli en ufak olan yuvarlaktan vurmuştu.
"Onu imalarından anlayabiliyorum zaten. Mühim olan ne konuştuğunuz."
"Hiç. Öyle arkadaşça şeyler." Deyip geçiştirmek istedim onu. Daha fazlasını bilmesine gerek yoktu hatta belki daha fazlası bile yoktu sadece ben fazla anlamlar yüklüyordum bu konuşmalara.
Riley yorgun düşmüş gibiydi. Sanki sıcağın altında yüz çuval çimento taşımış gibi düşürdü omuzlarını ve usulca oturdu tekli koltuğa. Normalde hep yanı başımda otururdu. Onu başka bir yere bu şekilde konumlanmış görmek beni üzüyordu.
"Sen..." dedi sesini gecenin o saatiyle uyumsuz bir şekilde yükselterek. Bu kontrol dışı bir çıkış olmuştu farkına varınca zaten kelimesini bitirip sesini alçalttı.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?""Hiçbir şey." dedim. Yaptıklarımın herhangi bir anlama geldiğinden habersizdim. Ona bu konuda bir söz verdim mi diye yokladım söz veren yerlerimi. Bir şey bulamamıştım açıkçası. Bir çok konuda bencil olabileceğimi kabul ettirebilirdim kendime ama o konunun bu konu olduğunu düşünmüyordum. Çünkü bir çok kere onun yerine koymuştum kendimi. Ve her şey bu kadar açık ve net iken ( yani bana göre net iken) olanlar benim açımdan bir sorun teşkil etmemişti. Ama bu onun için bir sorun olmadığının ve olmayacağının teminatı mıydı?
"Sen bu şehre neden geldin?" diye sordu Riley. Sahi ben neden gelmiştim buralara kadar. O kadar kaptırmıştım ki kendimi olan bitene, beni buraya atan sebebi unutmuş gibi davranıyordum. Birkaç saniye sonra düştü jeton.
"Unutmaya..." dedim. Aslında bu yolculuğa çıkarken, bilmem kaç mil yolu teperken o kadar hazırdım ki unutmaya. Zemin öyle uygundu ki adını hatırlamamaya, yüzünü hatıramdan kazımaya. Biri unutulacaksa burada unutulmalıydı. Ama olmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAMLAR
FantasíaDikkat! Toprak Adam kitabını okumadan bu kitaba başlamanız tavsiye edilmez. Zira bazı olaylar, kişiler, durumlar serinin ilk kitabıyla bağlantılıdır. Toprak Adamlar, Adolf Hitler Almanya'sı zamanında üstün insan deneylerinin bir üst düzeye aktarı...