*Braille alfabesi; Kör alfabesi olarak bilinir. Bu alfabe üç satır ve iki sütundan oluşur. 6 yuvarlak vardır ve içi dolu olanlardan harfler anlaşılabilir.
Üçüncü Bölüm; "Tesirsiz Yarabantları."
Yönünü bilmeden esen bir rüzgâr gibi yürümeye devam ettim. O adamın neler yaşadığını tahayyüllerimde canlandırmak istemiyordum... Şu an başka bir insanın acılarını heybeme yük edemezdim.
Caddeye çıktım. Arabaların gürültüsü kulağıma sindi. Derin bir nefes alıp İstanbul'u nefessiz bırakan kalabalıktan sıyrılmaya çalıştım. Trafik lambasına yaslanıp yeşil ışığın yanmasını bekledim. Saniyeler sonra ışık renk değiştirdiğinde yürümeye başladım. Adımlarımı yavaşlatan hikâyesinden kaçtığım kör adam oldu. Onu fark ettiğimde bir karınca sırtladı bedenimi.
Kırmızı ışık yandığında bir adım yana kaydım. Ona, hızlı yürümesi gerektiğini söylemem gerekiyordu ama bunu lütfetmiş gibi yapmam yanlıştı. "Gelmek üzereyim," dedim telefonla konuşur gibi. "Geç kalmamak için atladım kırmızı ışıkta... Arabalar mı? Sabırsız duruyorlar."
Adamın yüzünde hayrete düşmüş bir ifade vardı. Ensesine sırnaşan ölümün şaşkınlığı mı sinmişti sinesine? Adımlarını hızlandırdı, birkaç korna sesinden sonra yolun karşısına geçtiğimizde durdu ve yüzünü görüyormuşçasına bana çevirdi. "Rahatsız etmezsem bir şey sorabilir miyim?" dedi yüzündeki kararsız ifadeyle. Çelik mavisi gözlerinden çekilip yanağının üstündeki ize takıldı gözlerim. Yüzüne falçata atmış gibi görünüyordu. Sessiz kaldığım saniyeleri idrak ettiğimde ona yanıt vermeyi aklımın kıyılarına taşıyabilmiştim.
"Tabi, buyurun." derken sesimdeki meraklı tınıyı engelleyememenin verdiği telaşla boğazıma bir yumru oturdu. Kaçmak istediğim kişinin, peşindeydim...
"Mezarlığa götürür müsünüz beni?" Mecaz bir istek değildi. Yüzündeki ciddiyetten idrak edebiliyordum ama bir sorun vardı. Dakikalar önce yardım istemeyen biri neden şimdi kendisine yardım edilmesini istiyordu?
Sayısız boncuk dizdim boğumuma. Titremeye başlayan parmaklarımı montumun cebine sıkıştırdım. Kuruyan dudaklarımın üstünden geçen rüzgârı savurdum... "İşim var." dedim aceleyle. Ben, onu tanımıyordum. Onun niyetinin ne olduğundan haberim yoktu. O, bir yabancıydı. "Dümdüz ilerleyin, mezarlığın girişinde kuş seslerini duyarsınız. Daha sonra bekçiden yardım alabilirsiniz..."
"Teşekkür ederim," deyip gülümsedi ve yürümeye başladı. Yardıma ihtiyacı yokmuş gibi kimseye bir şey söylemeden yürümeye devam etmesi yüzümde bir şaşkınlığın belirmesini sağlamıştı. Boğumumda biriken yumruyu öteleyip izlemeye devam ettim. Parmakları paltosunun cebine uzandı. Bir süre paltosunun cebini karıştırdı. Ne arıyordu anlamamıştım ama cüzdanı yere düşmüştü ve o, bunun farkında olmadan hareket etmeye devam ediyordu. Kafamı başka bir yöne çevirip yoluma devam etmek istesem de ona yardım etme isteğimi öteleyemiyordum. Ona doğru adım atmaya başladım. Yere düşen cüzdanını yerden aldım ama sesimi tanıyabileceğini düşündüğümden cüzdanı ona nasıl ulaştıracağımı bilmiyordum. İşim de olmadığı için peşindeydim, cüzdanı fark edebileceği bir yere bırakacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH VAR, AF YOK.
Teen FictionYırtık bir haritanın üstüne yönünü kaybetmiş bir pusula bıraktı. Kaybolduk. *** "Korkuyorum," dedim hislerimi dile getirip duvara yanaşırken. Azrail benliğimi benden çalacakmış gibi, ellerimi önümde çapraz yapmış ona inanmamam gerektiğini kendime sö...