Ceylan Ertem- Esmer*
On Altıncı Bölüm: "Gökdoğan"
Güneş yüzümde kavrulmuş, ince bir çarşaf ölgün bedenimin üstüne örtülmüş ve parmaklarım çarşafı iyice kavramıştı. Parmaklarımı gevşettiğimde çarşaf parmaklarımın arasından yavaşça kaydı. Hafif aralık gözlerimi açtım. Gözkapaklarım zorlukla havalanırken dudaklarım hızlıca açıldı. Bir terslik olduğunu bulanık zihnim idrak etmişti. Belim, koltuğun sertliğine tezat bir şekilde tutulmamıştı. Gözlerimi çaprazıma çevirdiğimde yüzüme garip bir şaşkınlık misafir oldu.
Cihat saatler önce oturduğum koltuğa iki büklüm uzanıyordu. Başı koltuğun köşesine savrulmuş, saçları dağılmıştı. Örtülü gözkapakları, kıvrak kirpiklerinin çarklar gibi birbirini tamamlamasını sağlamıştı. Uzun bacakları tekli koltuğun dışına taşmış, sehpa aracılığıyla yere değmekten kurtulmuştu.
Hızlıca doğrulurken bilincim tamamen kendisine gelmiş, taslak bir senaryo yazmıştı. Cihat, beni yatağa taşımış ve derin yarasına rağmen koltuğa uzanmıştı. Keskin bir öfke tortusu damarlarımda gezindi ve bileklerime çarptı. Bileklerimde feveranla akan kanla birlikte suçlu aramaya başladım. Suçluyu da çok geçmeden buldum. Suçlu bencilliğimdi. Cihat bana ihtiyaç duyarken zihnimin sesini kısmak için uykuya sığınmış ve gerçeklerden kaçmıştım. Yanlıştı.
Bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayağa kalktım ve Cihat'ın karşısına geçip eğildim. Kıvrak kirpikleriyle çarpışan saçlarını sağa doğru yatırmak için elimi uzattım. Parmaklarım ipeksi saçlarına yavaşça temas ettiğinde dişlerini birbirine sürtmeye ve mırıldanmaya başladı. Parmağımı hemen havaya kaldırıp bir adım gerilerken Cihat elini havaya kaldırıp iki kaşının ortasını kaşımaya başladı. Dudakları birleşip ayrılıyordu. Birden iri çelik mavisi gözlerini araladı. Gözbebekleri silinmişti ve mavi bir dünya doğmuştu. Öyle maviydi ki gözleri yansımam ayna misali gözlerindeydi.
"Sedef," Ürkek bir sesle adımı söyleyerek uyandı ve kafasını sağa sola çevirdi. Uzun bacaklarını koltuktan çekerken bir adım uzaklaşıp konuşmaya başladım.
"Niye beni yatağa taşıdın?" diye sorarken sesim merhametten nasibini almıştı. Sorgularken bağırıp çağırmam gerekirken sesim anlayışla süslenmişti. Harfler öyle naif çıkmıştı ki ağzımdan başlamadan bitecek bir tartışma yaşayacağımız hissini uyandırmıştı.
"Güneş için," dediğinde kaşlarımı çattım ve radyoda değiştirilen frekans gibi heyecanla benimseyeceğim bir melodi bekliyormuşum gibi konuşmasını bekledim. "Her yağmurdan sonra küçük bir güneş doğar. Yağmur yağdı. Ben de güneşin seni selamlamasını istedim. O yüzden-"
"Güneş'in beni selamlaması?" Kafamın içerisinde durmak bilmeden pedal çeviren kız çocuğu duraksayıp gülmeye başladı. "Bir masalın içerisinde olduğumuzu mu düşünüyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH VAR, AF YOK.
Teen FictionYırtık bir haritanın üstüne yönünü kaybetmiş bir pusula bıraktı. Kaybolduk. *** "Korkuyorum," dedim hislerimi dile getirip duvara yanaşırken. Azrail benliğimi benden çalacakmış gibi, ellerimi önümde çapraz yapmış ona inanmamam gerektiğini kendime sö...