On Birinci Bölüm: "Akbaba"
Kuşu kafese iten demir parmaklıklardı. Beni de Cihat'a yönlendiren dudaklarından dökülen kelimelerdi. Ortak bir acının iki farklı yorumcusuyduk. O, canını yakan şeyleri kabullenip af dilerken; ben canımdan can alan herkesin ah demesini bekliyordum. Yine de ortak bir payda da birleşiyorduk... Acılarımızın üstüne kefen örtmüş iki insandık. Yas eviymişçesine ağıtlarımıza devam ediyor, kayıplarımızı zihnimizde diri tutuyorduk.
"Esef?" Hitap şekli öyle naif ve yumuşaktı ki ismim umut dolu bir dünyayı çağrıştırıyormuşçasına dökülmüştü dudaklarından. Boğazımdan çakıl taşı kadar sert bir yumru geçip soluğumu tıkarken bakışlarımı Cihat'ın yüzünden çekip dinleyici yorumlarına bakınmaya başladım.
"Onları bırakmak için mi geldin?" Yorumlardan birini okuduğumda Cihat'ın yüzünde karışık bir ifade oluştu. Biri onu can evinden vurup harabelerin arasından ona seslenmiş gibi... Parmakları sakallarının arasında yer alırken dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Derin düşüncelerin arasında kendini ve cevabı arıyordu. Aniden dudaklarının kilidini çözüp mikrofona uzansa da geri çekilip derin bir nefes aldıktan sonra ancak konuşmaya başladı.
"Size badem ağaçlarının hikâyesinden bahsetmiştim. Badem ağaçlarının mevsimi yazdır. Kışın tomurcuklarının açması için yazı beklerler. Güneşin gövdelerine vuran o tatlı ısısını... Kış yaza dönmeden yalancı güneşler olur, bilirsiniz... O yalancı güneş badem ağacını ısısıyla okşadığında badem ağacı güneşe kanıp tomurcuklarını açar. Hava bir anda değişir; yalancı güneş gökten çekilir, sert bir poyraz başlar... Bir anda badem ağacı üşür ve dökülür. Tüm yapraklarını yaza erişemeden dökerler. İnsanlar baharın müjdesini badem ağaçlarından alır," Duygusal ve ilgili bir ses tonuyla konuşurken sesinde aniden beliren kırgınlık durmasını sağladı. Toparlanıp devam etti. "Ben sizin için hep badem ağacı olmak istedim. Bir yalancı güneşe kanıp baharı müjdeleyecek ama bahara asla kavuşamayacak."
Sizi mutlu edecek ama mutlu olamayacak.
Size yaşam verecek ama kendi yaşamını sonlandıracak.
Zihnimden hızlıca geçen düşünceleri yorumlardan biriymiş gibi okudum. "Bize yaşamak için umut verirken kendi umudunu mu sonlandıracaksın?"
Cihat tebessüm etti. Gülüşü anlamlıydı. "Bugünlük bu kadar! Kaldığımız yerden devam ederiz."
Cihat mikrofonu kendisinden uzaklaştırıp kulaklığını çıkardı ve ayağa kalktı. "Yayın bitti." Yayını Cihat'ın öğrettiği gibi hızlıca kapattım. Cihat'ın peşinden ilerlerken Cihat birden bana doğru döndü.
"Beni zor durumda bırakacak soruları yayında sormamalısın, Sedef," Şaşkınlık dilimin uyuşmasını sağlarken Cihat'ın yüzü kızgınlıktan uzaktı. "Yayın kuralı: On saniye radarla konuşmalarımız insanlara gider. Yani o sorunun sorulabilmesi için en az on bir saniye geçmesi gerekirdi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH VAR, AF YOK.
Teen FictionYırtık bir haritanın üstüne yönünü kaybetmiş bir pusula bıraktı. Kaybolduk. *** "Korkuyorum," dedim hislerimi dile getirip duvara yanaşırken. Azrail benliğimi benden çalacakmış gibi, ellerimi önümde çapraz yapmış ona inanmamam gerektiğini kendime sö...