On Üçüncü Bölüm; "Zemheri"
"Anka kuşunun yorgun bedeni, küllere dönüştüğünde uçuşan küller gökte birbirine karışır ve bu onun yeni bir hayata daha güçlü bir şekilde başlamasını sağlar," demişti ablam. "Karşına çıkan her zorluk seni güçlendirecek."
Ona inanmıştım.
Kaderimin üstüne kanlı elleriyle dokunan parmaklar, beni güçlendirecekti. Güçlendiğimde sadece kendim için değil, benim gibi olanlar için de savaşacaktım. Nefeslerimin sıklaştığı günleri küllerimin birbirine karışacağı günler gibi gördüm. Canımın yanışı, doğum sancısındandı. Yeni bir ben doğacaktı. Kartal gibi gölgesiyle titreten bir ben... Sancılara tebessüm ediyordum ama küllerim birbirine karışmıyor, yarınlara tebessümle bakamıyordum. Yitirdiğim umut ile küllerim aynı kavanoza hapsoldu. Kavanozun kapağı kapatıldı ve yeniden doğdum.
Savaşmamak için kaçtım. Umudumu tek bir saniye için diri tutabilseydim yeni bir benle tanışacaktım.
Hapsolduğum kavanoz da aldığım son nefesi, şu an boğumumda hissediyordum.
Cihat'ı yalnız bırakmamak için ders biter bitmez koşarak geldiğim kantinin bir köşesinde Cihat'ı ve yanındaki kadını- üst sınıflardan Leylâ- izliyordum. Boğumum düğümlenmiş, kelimeler lisanımı terk etmişti. Hislerim yokluğun kapısına dayanmıştı. "Sedef'le ne işin olur, anlamıyorum."
Onları seyretmeye başladım. Güzel bir resimdiler, bense bu resme ismiyle dâhil olmuş lekeydim. Düzgün giyimleriyle karşımda duran Cihat ve Leylâ'ya bakarken boğazımda uzun zamandır duruyormuş gibi hissettiren yumruyu iteklemeye çalıştım. Boğazımı parçalayıp inen yumru, tekrar boğazıma asıldı.
"Leylacığım," dedi Cihat. Sesi benimle konuşurken yumuşattığı tondan çok uzaktı. "Sedef'i ne kadar tanıyorsun ya da aynı kişiden mi bahsediyoruz, bilemiyorum. Bildiğimse şu, benim tanıdığım Sedef her şeyin en iyisini hak eder ve kimse onunla aramdaki bağı anlamlandıramaz. İki kişinin bildiği bir dil bu. Yalnızca iki kişinin."
Kavanozun kapağı bir anda açıldı ve soluğumda son nefes olarak tanımladığım yumru yok oldu. Dikleşen omuzlarımla, yüreğimde çırpınan serçeyle birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi yok edip onların yanına geçtim. "Merhaba." dediğimde Cihat hızlıca ayağa kalktı. Gülen gözleri biraz ıskalasa da yüzüme döndü. Bir adım sola kayıp Cihat'ın gözlerinin içerisinde kendimi buldum.
"Bitti mi dersin? Gidelim mi?" diye sorarken sesi neşeli ve yumuşaktı.
"Gidelim." dediğimde gerçek bir tebessüm dudağına konuk oldu. Havalanan dudağının kenarı uzun ve derin kırışıklıklarla süslendi.
"Çok sıkıldım," dedi sandalyeyi yerine bırakırken. "Seninle zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum ama sen olmayınca saniyeler ağırlaşıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH VAR, AF YOK.
Teen FictionYırtık bir haritanın üstüne yönünü kaybetmiş bir pusula bıraktı. Kaybolduk. *** "Korkuyorum," dedim hislerimi dile getirip duvara yanaşırken. Azrail benliğimi benden çalacakmış gibi, ellerimi önümde çapraz yapmış ona inanmamam gerektiğini kendime sö...