Ortaokuldayken, Ben ve arkadaşlarımın tuhaf hobileri vardı. Her genç suçlu gibi belayı severdik. Vandal değildik, uyuşturucu satmazdık, ve çoğunlukla okuldaki çocuklara kabadayılık taslamazdık. Hayır, biz yeni anne baba olmuş kimselerin bebek monitörlerini hackleyerek ödlerini patlatmayı severdik. Yakalanmak için fazla iyi olduğunu düşünen bir avuç katlanılamaz serseriydik biz. Ve küçük yaramazlık eylemlerimiz cezalandırılmayacaktı. Ancak bir gece; dersimi aldım, ve muazzam delikanlı benliğimin beni çevirdiğini sandığım kişi kadar kusursuz değildim.
Dimitri, Kurt ve ben aynı okula giderdik, Pek çok derste ortak sınıfa düşerdik, ve neredeyse her yemek saati okulu asardık. Komedi şovları seyreder, oyun oynar, okulda en güzel dolaba kimin sahip olduğundan konuşurduk. Bir öğle vakti, parkta bildiğimiz korku hikayelerini paylaşıyorduk. Kurt, yalnız bir annenin bebek telsizinden duyduğu rahatsız edici ses hakkında klasik bir hikaye anlatıyordu. Neredeyse bütün korku hikayeleri gibi kulağa aptalca geliyordu, fakat Dimitri bize bunun bir keresinde kendi annesinin başına geldiğinden bahsetti. Telsizinde bir komşusunun bebeğine şarkı söylediğini duymuş. Görünüşe göre, yanlışlıkla başka birinin frekansına girmiş. Bir anda her birimizin kafasında bir ampul yandı. Birine yeteri kadar yakınsanız eğer, onun ne düşündüğünü bilebilmek için kelimelere ihtiyacınız yoktur, ve o an hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk: bir bebek telsizi alacak ve millete sataşacaktık.
Kelime oyununu bağışlayın, fakat bebek telsizini hacklemek çocuk oyuncağıydı. Tek yapmanız gereken sizinkiyle aynı frekansta olan başka bir cihaz bulmaktı. Hiçbir şey ters gidemezdi. En pahalısından değiştirilebilir frekanslı bir telsiz aldım. Böylece, kandırabileceğimiz kadar hedefi kandıracaktık. Aynı gece, bisikletlerimizle mahalleyi turladık ve ilk kurbanımızı bulduk. Banliyö evinin ikinci kat camında bir kreş gözüküyordu. Dimitri telsizi aldı ve nefes alma sesi duyana dek onu farklı frekanslara ayarlamaya başladı. Planımız amacına ulaştığında heyecanlandım. Dimitri butona bastı ve alıcıya ağır şekilde nefes vermeye başladı.
‘’...Sizin..küçük kızınız… o kadar…. lezzetliydi ki..’’ diye şeytani bir ses tonuyla mırıldandı.
Ana yatak odasındaki ışık aniden açıldı ve acı bir çığlık duyduk. Nefesimiz kesilene kadar güldük. Aynı zamanda hızla yokuş aşağı sürdük ki yakalanmayalım.
Sonraki haftalarda bu şakayı defalarca tekrarladık, telsize sırayla konuşuyorduk. Küçük oyunumuzdan kimsenin haberdar olmaması için olabilecek en uzak evleri seçiyorduk. Kurbanların tepkileri paha biçilmezdi: bazı anneler panik içinde cevaplar veriyor, başkaları bunun bir işletme olduğunu anlıyor ve bize sesimizi kesmemizi söylüyordu. Hatta bir keresinde orta yaşlı bir kadın hıçkırıklara boğularak bebeğini incitmememiz için bize yalvardı. Şimdi yaşım kemale erdiğinden sonuncusu için üzülürüm. Fakat o zaman için bu bana göre eğlendiriciydi. Evet, biz katıksız şerefsizlerdik.
Karma dünya üzerindeki en adi şeydi, ve kötüsü o gece başıma gelecek şeyleri hak ediyordum. Kurt ve Dimitri ara sınavlarına çalışmak için meşguldüler, bu yüzden tek başıma çıktım. O zaman etraftaki hemen hemen herkesi keklemiştik. Böylece kendimi tehlikeye atıp şehrin karşısına geçecektim, bilmediğim yerlerine. Hedefi bulmak zor değildi: sadece arkada bebek koltuğu olan araçları, aşırı renkli çizgi film desenleri ile süslenmiş perdeleri bulunan evleri aramanız gerekiyordu. Bu kriterlere uygun bir evle karşılaştım, bisikletimi görüş açısının dışına park ettim. Telsizin tekerini çevirmeye başladım, sonunda doğru frekansı buldum. Hafif bir bebek horlaması duydum. Aldatıcı küçük bir sırıtış dudaklarıma kondu, kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Şimdi sahne sırası benimdi.
‘’ Seni...İzliyorum..’’ çıkarabileceğim en korkutucu sesle telsize doğru fısıldadım.
Ev karanlık ve ışıksız kaldı. Sahiplerinin beni duymadığını sandım.