"Aç gözlerini... Ne olmuş sana böyle..."diyordu bir ses. Gözlerimi aralayıp bana bunu soran adama baktım. Koyu renk nemli gözleri gözlerime merakla kilitlenmiş, ince kaşları çatılmış, esmer yüzü kirli sakallarıyla gölgelenmiş genç adamın eli yüzümdeydi. Panikle toparlanıp nerede olduğuma baktım. Bir evin salonunda koltuktaydım. Kafamı toplayıp bilincimi yitirmeden önce olup biteni hatırlamam birkaç saniyemi aldı.
Kalbim gene dehşetle atmaya başlamıştı. Korkuyla yanımdaki adamdan uzaklaşmak için biraz daha geri çekildim. Hem kolum hem de başım acıyordu. Boğazıma dizilen hıçkırıklar ardı ardına çıkıp odanın içini doldurdu. Ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım.
Ne olmuştu bana? Neden buradaydım? Yoksa yakalanmış mıydım? Limandaki adamlardan biri miydi bu?
Kalbim korkuyla deli gibi atarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
...
"... Lütfen sakin ol. Burada güvendesin. Hepsi geçti."diyordu yanımdaki adam. Koluma dokununca kendimi geri çektim.
"Dokunma bana! Uzak dur benden!"
"Tamam. Özür dilerim. Sana dokunmadım. Dokunmayacağım. Yalvarırım ağlama."
Ne yapacağını bilemez halde yanımdan uzaklaşıp kapının önüne kadar gitti.
...
Dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağladım. Olanları hatırladıkça deliye dönüyordum. Ölmek istiyordum artık. Geçmişim neydi, ne kadar berbattı bilmesem de geçmişim olmadan bir hiçtim. Öylesine çaresiz, savunmasız hissediyordum ki ölümden çok böyle yaşamak korkutuyordu.
...
Artık ağlayacak takatim kalmayana kadar içimi çeke çeke ağlamıştım. Odadaki adam önceleri beni teskin etmek için bir şeyler söyleyip durmuştu. Sonra da oda kapısının yakınında yere oturmuş duvara yaslanmış başını ellerinin arasına almış, yaşadıklarımın sorumlusu oymuş da şimdi vicdan azabı duyuyormuş gibi, sessizce ağlayarak benim susmamı beklemişti.
Tanımadığım insanlara gözyaşı döktürecek kadar zavallı görünüyor olmalıydım. Hâlbuki adam daha şu bir kaç günde yaşadıklarımı bile duymamıştı.
Gözyaşlarım da içimdeki tarifsiz korku da dinmiyordu bir türlü. Yabancı bir evdeydim. Gözümü açtığımda karşımda tanımadığım bir adamı görmüştüm. Nasıl ağlamazdım. Ama Anwer denilen o alçakla aldığımız kıyafetler üzerimdeydi.
Yere oturmuş, başını eğmiş bekleyen adama baktım.
"Ne... Ne oldu bana?"dedim hıçkırıklar arasında. Adam oturduğu yerden kalkıp bana doğru adım attı.
"Yaklaşma bana!"diye bağırdığım zaman olduğu yerde durdu. "Oradan söyle. Ne oldu bana! Neresi burası!"
"Ben... Ben seni limanda gördüm. Bir şeyden kaçıyordun galiba. Limanın çıkışına doğru koşturuyordun. Sonra yere düştün. Yanına geldiğimde, bana yardım et, dedin. Ben de seni alıp buraya getirdim. Neyden ya da kimden kaçtığını bilmediğim için bu yabancı ülkede sen kendine gelmeden polise gitmek istemedim. Eğer istersen şimdi hemen polise gidebiliriz."
"Hepsi bu mu?"dedim kuşkuyla bakarak.
"Yemin ederim başka bir şey olmadı."
"Kimsin sen?"diye sordum.
"Ben Yavuz Akın. Beyin cerrahıyım. Geçen hafta Cezayir'e bir kongre için geldim. Otelde uzun süre kalmaktan hoşlanmadığım için burada ev kiraladım. Akşam yürüyüşe çıktığım sırada limanın çıkışında sana rastladım. Koşarak çıkışa doğru gidiyordun. Sonra yere düştün. Yanına geldiğimde de bana yardım et, deyip bayıldın. Türkçe konuşmuştun. Başının belada olduğunu düşündüm. Polisi aramak için telefonumu çıkartmıştım ki uzun boylu, sert yüzlü, kot gömlek giyinmiş bir adam geldi. Bilmiyorum, belki o adamdan kaçıyordun. Bana, seni oradan uzaklaştırmamı, eğer polise gidersen başının daha fazla belaya gireceğini söyledi." Tarif ettiği kişi Anwer'di.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN LEYLA'SIN
RomansLabirent gibi sokaklarda gördüğüm her kapıyı ittirerek saklanabileceğim bir yer arıyordum. Açılmıyordu kapılar. Ardımdaki adamın bakırcıların çekiç seslerini anımsatan ayak sesleri her an daha da yaklaşıyordu. Dar sokaklardan birine daha girmiştim k...