...
Eylül bu yılki görevini bitireli birkaç gün olmuştu. Aylar içinden Ekim'deydi mesai sırası. Ekim, dedin mi Sakarya'da sıcak hava iyiden iyiye kırılmaya başlardı. Yazın cıvıl cıvıl renkleriyle kışın koyu ve kasvetli renkleri arasındaki geçiş ruhsal bir buhranı da getirirdi. Gökyüzü bulanır, Karadeniz'den Marmara'dan Sapanca'dan topladığı suyu zamansızca üstümüze serpiştirirdi.
Sonbahar ruhun çile mevsimiydi, değil mi? Azalan gülüşlerim, dalıp dalıp gidişlerim, eskiye duyduğum hasret, eşyalardan, sözlerden nem alıp anılara uzanan yolculuğum, yağmur olup mazinin üzerine yağışım mevsimin suçu olmalıydı. Yoksa yaşadıklarım yüzünden bir travma, bir çöküntü içinde miydim?
Önce mevsimi, yorgunluğumu suçlayıp durmuştum. Annemin, babamın hatta Zaydan'ın psikiyatrik destek almam gerektiğini ima etmeleri önce kalbimi kırmışsa da dururumun vahametinin farkındaydım. Etrafımda olup bitene odaklanmakta güçlük çekiyordum. Bedenim ayrı aklım ayrı dünyadaydı sanki. "Ne? Anlamadım? Bir şey mi dedin? Bana mı dedin..." Son zamanlarda bu soruları çok fazla sorar olmuştum. Birileri gülerken içimden ağlamak geliyordu. Dünya... O kadar da eğlenceli değildi bence.
Sonra, pek çok şeyi umursamaz olmuştum. Hayat enerjim uçup gitmişti. Eskisi gibi çok konuşup insanların başını da şişirmiyordum. Sahi, eskiden neden o kadar çok ve boş konuşuyormuşum ki? Konuşmaya değer ne buluyormuşum? Anneannemin katarakt ameliyatı, Çağrı'nın bilgisayar başında ne kadar zaman harcadığı, o ay evimize gelen doğalgaz faturasının ne kadar yüklü olduğu gibi saçma sapan şeyler kimin umurundaydı da insanlara bunlardan bahsedip duruyordum.
Kabul etmek istemesem de, normal olanın, sağlıklı olanın şimdiki halim, tavrım olduğu konusunda diretsem de Gülfem'in bu olmadığını çok iyi biliyordum. Ben iyi değildim. Depresyon, denilen illet hiç bitmeyeceğini düşündüğüm enerjimi ruhuma yapışmış bir parazit gibi sömürüyordu. Çevremdekiler psikiyatra gitmemi söyleseler de bunu kabul edemezdim. Ne bir psikiyatr ne de onların reçetelerini görmek istemiyordum. Noyan'ın baş dönmeleri için Leyla'ya verdiği o ilaçlar her neyse belki onlar bile beni bugünkü ruhi kaygıya sürüklemiş olabilirdi. Bu düşünceme paranoyaklık ya da kendini beğenmişlik de deseler kendi söküğümü kendim dikecektim. Ailem, Zaydan ve Yaren bana destek oluyorlardı. Psikiyatra değil onların ilgi ve anlayışlarına ihtiyacım vardı. Bir de ilahi kapıya daha fazla yaklaşmalı, ruhumda açılan boşlukları maneviyatın kudretiyle, Yaratanın şefkat ve merhametiyle kapatmayı denemeliydim.
***
Hafızama kavuşalı bir haftayı geçmişti. Noyan ya da aklımı bulandıran adıyla Yavuz, ortalarda yoktu. Onun yakalanmasını da kaçmasını da umursamıyordum. Noyan'la ilgili hiçbir şey duymak istemiyordum. Kırgındım.
Evden ayrılmak gelmiyordu içimden. Sanki dışarısı tuzaklarla doluydu. Evin kapısında bekleyen korumalar da bu izlenimi veriyordu. Kendimi en iyi hissettiğim zamanlarsa Zaydan'ın ya da Yaren'in yanımda olduğu zamanlardı.
Her şeyi, bütün hislerimi konuşmasam da halimden anladığını düşündüğüm arkadaşım Yaren o gün de yanımdaydı. Vereceği notun nelere sebep olacağını bilmeden bir kez daha birinin kuryeliğini yapmıştı.
...
"Çağrı okulda mı? Müzik sesi falan gelmiyor. Evde değil galiba bizim ergen?"diye sordu Yaren çayını yudumlarken.
"Dün basketbol kulübüyle birlikte Sapanca'ya gittiler."
"Neslihan Teyze ortalık sakinlemeden hiçbir yere göndermem diyordu. Nasıl izin verdi."
"Babam evden uzaklaşmasının iyi geleceğini söyleyip ikna etti annemi. Çağrı da çok yoruldu buradaki kargaşadan. Biraz kafasını dağıtır."
"Zaydan hala Türkiye'de mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN LEYLA'SIN
RomanceLabirent gibi sokaklarda gördüğüm her kapıyı ittirerek saklanabileceğim bir yer arıyordum. Açılmıyordu kapılar. Ardımdaki adamın bakırcıların çekiç seslerini anımsatan ayak sesleri her an daha da yaklaşıyordu. Dar sokaklardan birine daha girmiştim k...