İstanbul...
"Ne?" diye cırtlak bir ses çıktı benden. Benden çıktı sanırım. Tam anlayamadım.
"Gayet anlaşılır olduğumu düşünüyorum. İstanbul'a gidip hazırlanalım diyorum. Part-time bir işte çalışırız ayrıca. Üniversiteyi de İstanbul'da okuruz. "
"Sonra evleniriz, çocuk filan derken ölürüz. Tabii bu sırada bizim bir ailemiz yok. Kimse bize 'Nereye gidiyon sen lan?' demez. Çünkü biz sahipsiziz. Anamız yok, babamız yok. Kafamıza göre İstanbul'a gider, birde başımızın çaresine bakarız. Haklısın. Mükemmel bir fikir. " dedim ve uzunca bir nefes aldım. Uzun ve sinirli konuşunca nefesim kesilmişti tabii.
"Evlilik ve çocuk gibi fikirlerin olduğunu bilmiyordum. Neden olmasın?" Sabrımı sınıyordu. Kesin. Hatta sabrımızı sınıyordu. Çünkü Sıla'ya bakınca yağda kavrulmuş soğana benzettim. Pembeleşmişti.
"Sen benimle alay mı ediyorsun? Kafamıza göre bir yere gidebileceğimizi mi sanıyorsun? Sen yumurta kırmayı bile bilmiyorsun, Cansu. Kendine gel. Biz nasıl hem çalışıp hemde okuruz? Hayal kurmayı bırak ve şimdiden burada hangi dershaneye gideceğine karar ver!" Evet, sinirlenmiştim. Çünkü bu gerçekten güzel bir hayaldi. Kafamı bulandırmasını istemiyordum. Bir hayalin peşinden gitmeyecek kadar gerçekçiydim ben. Olmayacak hayallere tahammülüm yoktu. Sıla'ya çevirdi kafasını, hiçbir şey söylemeden. Ben de Sıla'ya döndüm. Onun mantıklı konuşmalarına ihtiyacım vardı şu anda. O her zaman en mantıklı davranan kişiydi çünkü.
"Bana kızma Zeynep ama bu gerçekten güzel bir fikir. İstanbul bizim için çok iyi olabilir. Kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğreniriz en başta. Ben annemle bunu konuşacağım. " dedi Sıla.
Az öne mantıklı mı demiştim? Hah unutun gitsin.
"Siz kendinizi boş hayallerle kandırmaya devam edin. Ben eve gidiyorum. " diyerek hızla masadan kalktım, çantamı aldım ve sokağa çıktım. Hava serinlemişti. Soğuk hava gerçekten çok iyi geliyordu. Belki onlara bu kadar tepki göstermem saçmaydı ama yapamazdık. En başta ben yapamazdım. Temizlik yapmayı sevmezdim, annem zorla yaptırmaya çalışırdı ama ben bir şekilde kurtarırdım paçayı. Yemek desen yumurta kırmayı elbette bilirdim ama yeteneklerim bunla sınırlıydı. Hazır çorba ve makarnayı sayabilirdik tabii. Güzelde çay demlerdim. İşte hamaratlıklarım bunlarla sınırlıydı. Annem olmadan nasıl yapabilirdim her şeyi? Evet, Sıla aramızda en hamarat kişiydi. Ama bize sürekli o bakamazdı. Hem ders çalışıp, hem bir işte çalışıp hem de ev işleri yapamazdı. Ona bunu biz yapamazdık en başta. Bu haksızlık olurdu. Sıla'nın bu fikri kabul etmesi çok garipti. O annesini yalnız bırakmazdı. Babası yıllar önce ölmüştü ve annesinden başka kimsesi yoktu. Birde biz vardık işte. Ben gidebilirdim, annem yalnız değildi, babam vardı. Cansu gidebilirdi, hem babası hem de ablası vardı. Ama Sıla? Annesini yalnız bırakıp gidebilecek miydi?
Kafamda bu düşüncelerle evinin önüne geldiğimi farkettim. Işık yandığına göre babam gelmişti. Şimdi sıra onla yüzleşmeye gelmişti. Kapıyı çaldım. Neden anahtarımı almamıştım sanki? Babama görünmeden odama gidebilirdim. Babam kapıyı açtı ve bana hoşgeldin dedi.
"Hoşbulduk baba. "
"Neredeydin kızım?"
" Cansulara gitmiştim. Annemde Sılalarda. "
"Annenden haberim var. Hadi geç içeri, biraz konuşalım seninle. " Kaderine teslim olmuş bir kız olarak boynumu eğdim ve salondaki tekli koltuğa oturdum. Babam gelip tam karşıma orta sehpanın üzerine oturdu. Evet! Bu koltuğu babamla göz göze gelmemek için seçmiştim ama o sehpaya oturarak beni köşeye sıkıştırdı.
"Kafanı kaldırıp bana bakar mısın Zeynep?" İtaatkar bir tavırla kaldırdım başımı.
"Kazanamadığın için kafanı kaldırıp bakmıyorsan bana seni falakaya yatırırım. " işte benim babam! Gülümsedim. Her şeye rağmn ailem hep benim yanımdaydı. Bu sefer bunu kötüye kullanamazdım. Gerçekten çalışıp bu sefer kazanacaktım o lanet üniversiteyi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bütün Kızlar Toplandık!
Teen FictionBir o kadar basitti ki denklemleri… İki o kadar güçsüzdü ki eklemleri… Üç kontrol etmek bebek işi… Yormadan? Sormadan? Yormadan? Sormadan?!