Bölüm 11

681 21 6
                                    

Heyecandan titriyordum ama o beni hala öpmüyordu. Gerçekten titriyordum. Ama garip bir şekilde sadece popom titriyordu. Popom mu? Siktir! Yavaşça gözlerimi araladım. Titreyen ben değil lanet telefonumdu. Karşımda masmavi gözleriyle bana yaklaşmış bir Yağız değil bembeyaz tavan vardı. Ne yani? Rüya mıydı? İkinci kez koca bir siktir! Popomun altında kalan telefonu zor bir şekilde de olsa aldım. Arayan annemdi. Annem diyince... Ah. Aklıma Yiğit orospusu geldi. Erkek olabilirdi ama o hayatımda gördüğüm en orospu kişiydi. Göt!

Telefonu tabiiki açmayacaktım. Ama titreşim sinirlerimi bozuyordu. Ben açmadıkça annem ısrarla aramaya devam ediyordu. Telefonu kökünden kapattım ve duvara fırlattım. Bunu yapmak kesinlikle akıllıca değildi. Lanet olası bir rüya görüyordum ve bu siktiğimin telefonu yüzünden uyanmak zorunda kaldım. Teknolojiden nefret ediyorum! Büyük ihtimalle uykum dağılınca ve sinirim geçince pişman olacaktım. Neyse bunu o zaman düşünürüm. Sıla uykulu bir sesle "Neler oluyor?" dedi. Odadan hiçbir şey giymeden çıkmıştı. Salak. Külot ve sütyenle uyumak neyin kafasıydı?

"Yok bir şey." dedim, sinirle. Ona hala kızgındım.

"Telefonunu olmayan bir şey için parçaladın o zaman?" Parçalanmış mıydı? Bu günlük küfür sınırımı uyanır uyanmaz doldurmuştum. Ama parçalanan telefonumda iyi bir 'siktir'i hakediyordu.

"Titriyordu ve bu titreşim sinirimi bozdu. Bende fırlattım. "

"Lanet olsun. Neyin var senin? Bekle iki dakika. Üzerime bir şeyler giyip geliyorum." diyip odasına gitti. Bende koltukta oturur pozisyona geçtim. Sıla geldi yanıma oturdu.

"Kafayı mı yedin? Ne oluyor sana?"

"Ben hala aynıyım. Değişen sizsiniz. " Acımasız olmak istiyordum çünkü canım yanmıştı.

"Biz değişmedik, Zeynep. Yeni bir ortama ve yeni insanlara alışmaya çalışıyoruz. Ama sen... Sen kendini geri plana atıyorsunuz. Hiçbir zaman bu kadar soğuk bir insan değildin. Ne oldu sana?"

"Tanımadığım adamlara sizin kadar güvenemiyorum. Tek sorun bu. Siz onlarla zaman geçirmeyi eğlenceli buluyor olabilirsiniz ama ben bulmuyorum. " Aslında ben de dün tanımadığım bir adama güvenmiştim. Ama kendimle iç çatışma yaşamayı istemiyordum. Bu düşüncemi gerilere ittim."

"Önyargılarından kurtul. Küçük bir çocuk gibi davranıyorsun. Cansu bile senden daha olgun davranıyor. Böyle yaparak kendini bizden uzaklaştırıyorsun sadece. " Duyduğum şeylere kulağım isyan edercesine uğuldamıştı. Şu an canım çok yanıyordu. Yiğit beni kırmıştı ama Sıla parçalara ayırmıştı. Daha fazla konuşmak istediğimi sanmıyordum. Sertçe kalktım oturduğum yerden.

"Siz benden uzaklaşmaya devam edin o zaman. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim. Canınızı sıkıp yeni arkadaşlarınızla eğlencenizi bölmek istemem." Onun ne söyleceğini umursamadan hızlıca odama girdim. Üzerimi değiştirdim sinirle. En yakın arkadaşlarımı kendim uzaklaştırıyordum? Bu ben miydim? Salonda hala koltukta oturan Sıla'ya dönüp bakmadan çıktım evden. Merdivenleri kırmam mümkünmüş gibi sertçe basarak iniyordum. Apartmanın kapısını da kıracak kadar sert kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Çıldırmak üzereydim. Sorun bende miydi yani? Bütün problem ben miydim? Cehennemin dibine kadar yürümek istiyordum şu an.

Bütün gün boyunca sahilde dolanıp durdum. Kendime gidip yeni bir telefon almayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. Teknolojiye bile sinir oluyordum bugün. Ayaklarım beni her ne kadar Ozan'a götürse de bugün içeriye giremedim. Hem kafe kalabalıktı hem de ne bileyim işte. Daha yeni tanıştığım bir çocuğun kafasını sürekli şişiremezdim. Hava iyice karardığında artık eve dönmem gerektiğine karar verdim. Çok düşününce beyin hücrelerim yanmaya başlıyordu. Mesela şu an Eskişehir'e dönmek gibi bir planım vardı. Ama sonra aklıma annemin bir sözü geliyordu: Öfkeyle oturan zararla kalkar. Evet, bu annemin değil atalarımızın sözüydü ama ben bizzat atalarımızdan değil annemden duymuştum. Bu yüzden annemin sözü. Annem aklıma gelince daha yeni yatışmaya başlayan sinirim alev aldı. Yiğit! Pislik herif! Ne kadar da acımasızdı. İstediği şeyi alamayınca hemen gerçekleri vuruyordu insanın yüzüne. İçimde bir yerlerin kanadığını hissediyordum. Ama bunun nedeni Yiğit miydi, kızlar mıydı, henüz kestiremiyordum. Dün farkettiğim şey çok açıktı: Yiğit beni heyecanlandırmıyordu. Heyecan yoksa aşk ya da sevgi de olmazdı. Yinede insan sevilmeye ihtiyaç duyuyor işte. Bu yüzden reddedilmek, yarı yolda bırakılmak insanın canını yakıyor. Peki arkadaşlık? Her şeyden üstün gördüğüm arkadaşlık? Onun canımı yakmaması gerekirdi. Bencil biri olabilirim ya da sinir bozucu, kendini beğenmiş filan. Ama biz yıllardır arkadaştık. Aramız ilk kez bu kadar soğuktu ve bu canımı yakıyordu. Şimdi en çok onlara ihtiyacım vardı. Yiğit'in yarattığı boşluğu onların doldurabileceğini adım gibi biliyordum ama anlatmak istesem dinlemezler gibi geliyordu. İşte tam da bu yüzden salya sümük ağlama isteğimi bir türlü bastıramıyordum. İşte şimdi kapının önünde bulmuştum kendimi. Dünkü salaklığımı yapmayıp, anahtarımı aldığım için tebrik ettim kendimi. Sessizce odama sıvışabilirdim. Dış kapının kilidini açtım ve apartmanın içerisine girdim. Sabahki inişimin aksine çıkışım gayet sessiz ve sakindi. Temiz hava ve düşünme bana iyi gelmişti. Yaptığım mantıklıydı. Çünkü eğer Sıla'yla konuşmaya devam etseydim birbirimizi daha çok kırabilirdik. Evin kapısını da benden beklenmeyecek bir sessizlik açtım. Salonun ışığı yanıyordu. Yani kaçışım yoktu. Ayakkabımı çıkardım ve sessizce kapıyı kapattım. Bunun bir faydası yoktu ama yinede böyle yaptım. Kızların kafaları hemen bana döndü. Ben... Ben soğutmuştum kendimi onlardan. Can sıkıcı gerçek...

Bütün Kızlar Toplandık!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin