Kimi zaman okula geç kalırdık, kimi zaman işe geç kalırdık, kimi zamanda bir buluşmaya geç kalırdık. Okula geç kalınca yok yazılırdık, işe geç kalınca patrondan fırça yerdik, buluşmalara geç kalınca da arkadaşlarımız azarlardı bizi. Ama bunlar geçip giderdi, bir saat sonra unutulurdu.
Peki hayata geç kalmak? O nasıl oluyordu? Aşka geç kalınca hayata mı geç kalmış oluyorduk? Yok mu yazılıyorduk, fırça mı yiyorduk? Hayır. İşte bu kadar basit olmuyordu hayata geç kalmak. Yok da yazılmıyorduk, fırça da yemiyorduk, sadece kaybediyorduk. Canımız yanıyordu.
Daha 18 yaşındaydım ve ilk kez kaybetmiş hissediyordum. Bu tüm kaybetmelerden daha farklıydı. Daha önce kaybettiğimi sandığım hiçbir şeyi kaybetmemişim hissi veriyordu. Ben üniversiteyi kazanamamış, gerizekalı bir kızdım. Aslında, çokta gerizekalı değildim. İstememiştim, çalışmak ve yapmak istememiştim. Aynı yaşımda olmama rağmen küçüktüm o zaman. Çünkü ilk kez buraya geldikten sonra büyümüştüm ben. Ve ilk kez hissettiğim şeyler büyütüyordu beni. Arkadaşlıktan daha farklı daha garip. Daha önce hissettiğim her şeyin sadece arkadaşça duygular olduğunu düşünüyordum, şu anda.
Aptaldım ben. Hiç olmayacak birini sevebilecek kadar aptal. Ne bekliyordun? Etrafında bir sürü kız dolanan, çok yakışıklı bir çocuğun senin peşinden koşmasını mı? Buna sadece ileri düzeyde hayalgücü denirdi.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Açtığımda hala karşımda sarmaş dolaş oturan çifti görüyordum. Neydi manken kızımızın adı, heh Hayal. İşte onun başarısına Hayal Gücü derdim ben. Ben kimdim? Zeynep, salak Zeynep. Bu iş burada, bugün benim için bitmişti. Beni de diğer kızlarla karıştırıp öpen, sonrada başka sürtüklere giden bir çocuğu sevmem demek alçalmam demekti. Benim hiç öyle bir niyetim yoktu. Tekrar derin bir nefes alıp, sıfırdan başlamaya karar verdim. Her zaman iyi bir oyunculuk yeteneğim olduğunu söyleyen bir hocama sevgilerimi gönderdim.
Başlayalım!
Önce konuşulan konuyu algılamaya çalıştım. Uzun süredir çevrimdışıydım. Sanırım Cansu bizi anlatıyordu. Yemeğimi didiklemeyi bırakıp kafamı kaldırdım. Kafamı kaldırır kaldırmaz masmavi gözlerle karşılaşmış olmam ne kadar beni iç felakete sürüklese de dışıma bunu yansıtmadım. Gülerek konuya dahil olmaya çalıştım.
"Sen ne okuyordun Hayal? Kusura bakma ben o sahneyi kaçırdım. " dedim, mahçup bir tavırla. Mahçup olduğum filan yoktu da neyse.
"Uluslararası ilişkiler. " diyip gülümsedi. Gülümsemesi o kadar aşağılayıcıydı ki sinirlerim bozuldu. Benimle hatta belki Cansu'yla aynı masada oturmaktan rahatsız olduğu belliydi. Giydiği kıyafetlere ve çantasına bakarsak rahatsız olması çok normaldi. Biz onun bayağı bir aşağı seviyesinde kalıyorduk. Tabii, kişilik olarak değil. Daha ben Hayal'e bir şey söyleyemeden telefonumdan gelen mesaj sesiyle çantama yönelip telefonumu aldım. Akşamın bu saatinde bana kim mesaj atardıki? Kesin Sıla'dır, dedim kendi kendime.
"Yoksa benim küçük sevgilim aşk acısı mı çekiyor? :("
Gördüğüm mesaja inanamıyordum. Kafamı kaldırıp hemen etrafıma bakındım. Yiğit aşk acısı çektiğimi nerden biliyordu? Ayrıca ben aşk acısı mı çekiyordum? Yok artık.
"Kim?" dedi, Cansu.
"Hiç önemli bir şey değil. " dedim.
"Önemli olmadığı için mi yüzün sarardı?" dedi, bu sefer Aras. Aras beni mi düşünüyordu? Ağlamak istedim bir an, canım eniştem!
"Önemli değil dedim. Uzatmayalım. "
Cansu kafasını sallayıp ağzını oynatarak "evde görüşeceğiz" dedi. Bense sadece kafamı salladım. İştah filan kalmamıştı bende bugün. Yemeğime tekrar dönmeye karar verdim yinede. Gözlerim yine Yağız'la buluştu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum ama sinirli gibi duruyordu. Neye sinirlendiğini ise merak etmiyordum. Beni ilgilendirmezdi, sevgilisi ilgilensin onunla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bütün Kızlar Toplandık!
Teen FictionBir o kadar basitti ki denklemleri… İki o kadar güçsüzdü ki eklemleri… Üç kontrol etmek bebek işi… Yormadan? Sormadan? Yormadan? Sormadan?!