Kalp, fazla garip bir organdı. Canımız yandığında orada bir ağırlık olduğuna inanırdık. Belki bize söylenen bu olduğu içindi, belki böbrekten sevmek diye bir şey olsaydı, o zaman böbreğimiz ağrıyacaktı. Tüm vücuda kan pompalayan bir organa bu kadar yüklenmek hataydı. Ama gerçekten o acıyordu, onun üzerinde bir ağırlık vardı. Fiziksel acılardan daha farklı hissettiriyordu bu. Elini kestiğinde ya da üzerine sıcak bir şey döktüğünde orayı üflerdik. Acısını geçirmek için çabalardık. Ama kalbimiz acıdığında hiçbir şey yapamıyorduk. Sadece zamana bırakıyorduk.
Yandığımızda nasıl kremlere ihtiyaç duyuyorsak, kalbimiz kırıldığında da zamana ihtiyaç duyuyorduk. Belkide bu yüzden en iyi ilacın zaman olduğunu söylerlerdi.
Zamana bırakmak neyi değiştiriyordu? Unutuyor muyduk? Hayır, bence unutmuyorduk. Sadece soğuyorduk. Sinirliysek sinirimiz yatışıyordu. Kırgınsak hala kırgındık ama. Belki asla düzeltemeyeceğimiz şey kırgınlıktır. Ne yaparsak yapalım ona bir çözüm bulamıyorduk. Zamanla hafiflemiş gibi hissediyorduk sadece. Ama hafiflemiyordu. Fiziksel bir acı değildi bu. Kabuk bağlamıyordu. Kremlerle iyileşme süreci hızlandırılamıyordu. Başka bir şeydi işte.
Tarif edemiyordun, gözle göremiyordun ama hissediyordun. Sol tarafında bir yangın hissediyordun. Söndürülmesi mümkün olmayan bir yangın.
Kafama atılan silgiyle düşüncelerim bölündü. Sağ arka çaprazıma dönüp baktım. Tabiiki, bana silgi atanın Cansu'dan başkası olmayacağını biliyordum. Kimseyle böyle salakça şeyler yapacak kadar samimi olmazdım. Cansu'yla niye bu kadar samimi olduğumu sorguluyordum tabii. Cansu'ya sadece ters ters bakınmakla yetindim. O beni anlardı.
Şimdi, sen nerdesin diyeceksiniz? Ben o kısmı atladım sanırım. Dershanedeyiz. Evet, yanlış duymadınız. Derslerin başlamasına aslında bir süre daha vardı ama bizim ailelerimiz bu konuya el attılar. Boşa zaman kaybı oluyormuş. Bu yüzden 12.sınıfların derslerine girmeye başladık. Bu çok gereksizdi. Çünkü kendi derslerimizin başlamasına gerçekten az bir zaman kalmıştı. Şimdi ayrıntılı öğreneceğimiz birkaç şey bize ne kadar katkı sağlardı bilemiyorum. Tabii, dershane başlayınca iş durumları da karışık bir hal aldı. 12.sınıflarında henüz okulu başlamadığı için sabah ders görüyorlardı. Aynı bizim saatimizdi şu an. Bu yönden iyi olmuştu. Sabah 8:30'da ders başlıyordu. 13:00' da bitiyordu. 12.sınıflar haftasonuna döndüğünde bizim saatlerimiz böyle olacaktı. Bu yüzden artık tam zamanlı olarak çalışamayacaktık. Sıla içinse ayrı bir durum söz konusu. O zaten gece çalıştığı için böyle bir sorunu yok ama saat 2 veya 3'te çıktığı için elbette sabah kalkması zor olacaktı. Hatta bu sabah ne kadar zor olduğunu görmüştük. Bunu bir şekilde halletmesi gerekiyordu. Biz ise 14:00'da başlayıp akşam 19:00'da işi bırakacaktık. Babamlar böyle uygun görümüştü. Erken çıkıp evde ders çalışmamız içinmiş! Ve asıl güzel kısım cumartesi ve pazar günleri izinliydik. Bu dershane işi ne kadar sinirimi bozsa da bu açıdan çok iyiydi. Ali amca da babam da ve tabiiki annem de böyle olmasını istemişlerdi. Bu yüzden onlara minnettardım. Ali amca yeni bir çocuk işe alacaktı. Haftasonları ve bizim olmadığımız ve sanırsam biz olduğumuz zamanlar bile o çocuk olacaktı. İşte son durumlar böyleydi.
Çalan zil sesiyle uyuklayan Sıla'yı dürttüm. Sıla'yla ben yanyana oturmuştuk. Bu genel kuralımızdı. Çünkü Cansu hep dikkatimizi dağıtırdı. Bu yüzden hep ondan uzak bir yere otururduk ama o sülük gibi yapışırdı. Sanki o dikkatimizi dağıtmasa biz dinliyorduk da...
"Rahat bırak beni. Azıcık kestireyim. " dedi, Sıla sinirle.
"Tamam, sadece ucundan kestir ama. " dedim. Kızıp uykusunun dağılacağını biliyordum.
"Yemin ediyorum, salaksın. Katıksız salak. " Bak işte, uykusunu açmıştım bile. Yetenek böyle bir şeydi.
"Hadi kantine gidip kahve alalım. Uykun dağılsın. Daha ilk dersten böyleysen, işimiz var. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bütün Kızlar Toplandık!
Teen FictionBir o kadar basitti ki denklemleri… İki o kadar güçsüzdü ki eklemleri… Üç kontrol etmek bebek işi… Yormadan? Sormadan? Yormadan? Sormadan?!