"Takım elbise giymeliydin." diyen Cansu'ya gözlerimi devirdim.
"İş görüşmesine gidiyoruz, kısa bir şort ve atlet giymektense kumaş pantolon ve gömlek giymeyi tercih ederim." dedim, üzerindekileri işaret parmağımla göstererek.
"Babanın arkadaşı değil mi? Neden bu resmiyet? Hayatı bu kadar ciddiye alacak ne yaşadınız, oğlum?"
"Her zaman ciddiyet olmadan yaşayabileceğini sanıyorsan, yanılıyorsun canım. "
"Sıla, çık Zeynep'in içinden. Bu hiç hoş bir şaka değil. " Dedi, ciddiyetle. Daha doğrusu alaycı bir ciddiyetle.
"Bir gün ciddiyetin önemini anlayacaksın. O zaman göreşelim, güzelim."
"Hiçbir zaman görüşemeyecek olmamamız, acıklı."
"Seninle tartışmayacağım, Cansu. Sabah sabah beynimin içine tüm pisliğini bırakıyorsun. Hadi çıkalım."
"Ben tuvalete bıraktığımı sanıyordum?"
"Ahh, siktir git" dediğimde neşeli bir şekilde güldü. Umarım tek gergin ben değilimdir. Gerçekten neden bu kadar gerildim, ben? Ne olurdu Cansu kadar rahat bir kız olsaydım?
Odadan çıktığımızda Sıla bizi dış kapının önünde bekliyordu. Ve sanırım tek gergin ben değildim. Halbuki benim işim garantiydi. Yine de kendimi geriyordum. Kafede iki garsona ihtiyaç vardı, ben ilkiydim. İkinci ise görüşmenin galibi olacaktı. Cansu vs Sıla. Gerçekten etkileyici. Bir yanda beenim gibi ciddi giyinmiş Sıla, diğer yanda pöaja gidecekmiş gibi giyinen Cansu. Merakla galibi bekliyordum. Çünkü benim iş arkadaşım olacaktı, galip gelen.
"Günaydın" dedi Sıla, oldukça gergin bir sesle. Onun rahatlayacağını umarak gülümsedim ve "Günaydın." diye karşılık verdim ona. "Günaydın,gergin prenses iki. Hadi çıkalım. Yoksa gerile gerile çatlayacaksınız. " Dedi, Cansu. Bizi kızdırmaktan keyif alıyordu. Aşağı indik ve bir taksi bulup bindik. Elimdeki kağıtta yazan adresi şoför verdim ve arkama yaslandım. Yalnız başımıza yaşamak yetmiyormuş gibi birde işte çalışacaktık. Bu kararımdan pişman olmaya başlamıştım bile. Hem ev, hem dershane hem de iş zor olacaktı. Ya da ultra zor olacaktı. Başka seçenek yok gibiydi.
Durduğumuz zaman geldiğimizi anladım. Taksiciye parayı uzattık ve indik. Cansu şarkı mırıldanıyordu. Sıla ise parmaklarını çıtlatıyordu. Ben de gerginken aynı hareketi yapardım. Sıla ile benzeyen yönlerimiz vardı. Cansu ile de. Ben aslında ikisi arasındaki uçuk mesafeyi ortada durarak izliyordum. İkisiyle de ortak noktalarım vardı. Sıla kadar ciddi değildim ama Cansu kadar rahat da değildim. İkisinin ortasında bir yerlerdeydim işte. Kafeye doğru yürürken son anda adına bakmak aklıma geldi. Adreste yazıyordu ama ben tenezzül edip bakmamıştım bile.
"Urth Kafe" adı buydu. Ne anlama geliyordu, acaba. Daha önce bu kelimeyi duymamıştım. Cansu en önden, Sıla onun ardından,bende en arkadan yürüyordum. İçeride tek tük insan vardı. Henüz saat 7:30'du ve büyük ihtimalle okul tatil olduğu için kafe bu kadar boştu. Tezgahın arkasında duran bir adam ve servis yapan bir garsondan başka çalışan biri yok gibi. Garson siparişleri verdikten sonra bize döndü.
"Buyrun, nereye oturmak istersiniz?" dedi, sevecen bir tavırla.
"Biz aslında iş görüşmesi içi gelmiştik, Ali Bey yok muydu?" dedi, Cansu. Tabiiki Cansu konuşmuştu çünkü ne ben ne de Sıla konuşacak halde değildik.
"Ah, öyle mi? Pardon. Buyrun sizi odasına götüreyim." diyip, yürümeye başladı. Bizde peşine takıldık. Lavaboları geçer geçmez hol sola doğru uzanıyordu. Uzun bir holün sonunda ise kapı duruyordu. Kapıyı tıklatıp, içeri girdi, garson çocuk. Kısa süre sonra dışarı çıktı ve "Ali Bey sizi bekliyor. Buyrun." dedi. İçeri girdik arka arkaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bütün Kızlar Toplandık!
Teen FictionBir o kadar basitti ki denklemleri… İki o kadar güçsüzdü ki eklemleri… Üç kontrol etmek bebek işi… Yormadan? Sormadan? Yormadan? Sormadan?!