-42-

3.7K 182 17
                                    

Hayatın değerini bilmek gerekir. Hayatın, sevginin, ailenin, dostluğun, aşkın...

Hayat gerçekten çok acımasız. Bir şekilde hayatın bir yerinden tutunmaya çalışıyoruz. Her şeye rağmen direnebiliyoruz. Öyle ki; yaşanılan zorluklar pes ettirebiliyor biz insanları. Pes etmek kolay gelebiliyor bazen. Kendini veya çevredekileri suçlamak, her şeyi karşı tarafa yıkmak rahatlatıyor bazen içimizi...

Kaçmamalı insan, yaşanan sorun her ne şekilde olursa olsun kaçmamalı! Olayların karşısında bir şeylerin arkasına saklanmak ve kaçmak… Ne kadar yanlış halbuki! Ya da susmak çoğu zaman, susuşların arkasına saklanmak.

Susarak hiç bir şey halledilemez. Paylaşamazsın en basit derdini bile. Bu sefer içinle konuşmaya başlarsın. Kendinle hesaplaşıp, sorgulamaya başlarsın. O zaman kendi kendini yersin. Halbuki konuşmalı insan, derdi neyse kimleyse konuşmalı, haklı-haksız yönlerini çıkarmalı ortaya. Ne malum, belkide haklı olan taraf sensindir. Boşuna kendini yıpratıyorsundur. İşte bu yüzden susmamalı insan, konuşmalı her şeyi. İnanıyorum ki konuşulduğu takdirde çözülmeyecek sorun yoktur…

Çokta irdelememek lazım hatayı. Bir olayın üstüne gitmek her zaman iyi sonuçlar doğurmaz! Hatayı ve hayatı ne kadar sorgularsan o kadar sorun çıkarır sana. Onun sorun çıkaracak bir nedeni vardır mutlaka. O yüzden es geçmeli bir takım şeyleri. Hele karşında sevdiğin, değer verdiğin bir kişi varsa; boşver bu seferlik tüm hataları.

Karşımda duran bu adamı üzmemek için; boşvereceğim bugün tüm hataları, tüm dertleri...

Hayat insana her dakikasında bir oyun oynarken, bizler hayatla ve bu oyunlarla başa çıkabileceğimiz yönleri görmezden geliyoruz. Bazıları ailelerini hiçe sayar, milyonlarca acı çektirir onlara. Alttan alamaz bir türlü, çekişir sürekli. Kendisini anlamamasından yakınır, halbuki o da ailesini anlamıyordur o esnada. Sanki bir ailesi daha olabilecekmiş gibi davranır. Bazısı dostunu ve arkadaşını küçücük bir sebepten dolayı kırar, kaybeder onu. Bazen de elinin tersiyle iter dost elini sebepsiz yere…

Ya aşk? Aşk çok kolay yakalanmıyor. Eğer aşk ayağının dibine kadar geliyorsa tutmalı onu, yakalamalı yakasından.

Aşk zordur. Bulması da, elinde tutması da... Korkarsın, yani kaçarsın aşktan. O kovalar, sen kaçarsın. Ne büyük yanılgıdır aşktan kaçmak. Oysa ki hep içindedir o.

Aşkı küçültmemeli. Belki o an yaşadığın aşkı ve coşkuyu bir daha bulamayacaksın. Belki hayatında bir çok şeyi kulak ardı ettin, korktun, kaçtın ama aşktan korkma! Bunu aşka yapma! Koru onu en güzel şekilde!

İşte ben bu yüzden Selçuk'un teklifini reddetmedim. 'Belki onunla yaşayacağım aşkı, bir daha bir yerde bulamayacağım' dedim ve kabul ettim. İyiki de kabul etmişim. O benim hayatım, sevincim, mutluluğum...

Kısaca değerini bilmek lazım hayatın. Hayat gerçekten çok kısa. Her an her şey olabilir. O yüzden; yaşamanın, aldığımız nefesin ve hâlâ bedenimizde olan ruhun değerini bilmeli. Unutmamak gerek; bir tekrarı daha yok bu hayatın. Erteleme hayatı ve küçücük bir yaşanma ihtimali olan isteklerini.

Dün bitti. Bugün hâlâ devam ediyor. Yarın belki olmayabilir. Bunun için hayatın değerini bil!

Bugün çok mutluyum. Saraçoğlu Holding sayesinde, Selçuk sayesinde ve -gülerek söylüyorum- Şule sayesinde. Eğer Şule teklifini geri çekmeseydi, ben bugün Selçuk ile nişanlanıyor olmayacaktım.

Şule... O kadın her ne kadar buna sebep olduysa da, onu sevmiyorum. Söyledikleri hâlâ aklımın bir köşesinde olsa da, bugün gün yüzüne çıkarmayacağım. Bugün benim en mutlu günüm! Bunu kimsenin ve hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyeceğim!

"Meleğim?" diye beni çağıran hayatımın anlamına baktım. Ne de güzel sesi, duruşu, adı vardı... "Efendim hayatım?"

"Hazırsan gidelim mi?"

Sorduğu soruya karşı başımı salladım. Oturduğum sandalyeden kalkıp onun yanına gittim. Başımı ellerinin arasına aldı ve baş parmağı ile yanağımı okşadı. "Ağzımdan çıkacak söz olsan; konuşmam. Gözümden akacak yaş olsan; ağlamam. Seni kalbime hapsettim ve hiçbir yere bırakmam! Seni bugün gördüm, yarın için daha çok özlem birikti içimde. Seni yarın görünce, daha çok katlanacak özlemim ve sana olan aşkım. Seni seviyorum Meleğim. İyiki varsın."

Allah'ım ben ne kadar mükemmel bir adam ile nişanlanacağım. Hâlâ yanaklarımda olan eliyle gözümden akan mutluluk gözyaşlarımı sildi. "Sen de, sen de iyiki varsın." dedim ve kollarımı ona doladım.

"Şşt, ağlama ama. Bugün ağlamak yok! Hep güleceğiz, tamam mı?"

Başımı salladım. Daha sonra ellerimi tuttu ve ona uyarak odadan çıktım. Selçuk'un evinin bir odasında hazırlanmıştım. Çünkü nişan aşağıda yapılacak.

Kahverengi merdivenleri tek tek indikten sonra, büyük salona geldik. Salonun bahçeye açılan kapısına doğru yürüdük ve dışarı çıktık. Bizim için açılmış olan beyaz halıda yürürken, cok güzel slow bir müzik bize eşlik ediyordu. Halıyı aştıktan sonra bizim için hazırlanmış olan masanın önüne geldik. Selçuk oturmam için sandalyeyi geri çektiğinde, oturdum ve teşekkür ettim. O da yanıma oturduktan sonra etraftakileri incelemeye başladım.

Sevdiğim ve değer verdiğim herkes buradaydı. Efe'nin burada olması içimi acıtmıştı. Ama olması gereken buydu.

***

Birkaç eğlenceden sonra sıra yüzükleri takmadaydı. Merve nişan tepsisini alıp buraya geldi. Kırmızı kurdeleye bağlanmış olan alyansları, tepsiye özenle koymuştu. Halil Amca yüzükleri takmak için buraya doğru geldi. Tepsinin üzerindeki alyansları eline alıp konuşmaya başladı.

"Rabbim ikinizide daima mutlu etsin. En kötü gününüz böyle olsun."

Hepimiz söylediği şeye 'amin' dedikten sonra yüzükleri önce benim, sonra da Selçuk'un parmağına taktı. Daha sonra tepsideki beyaz makası eline aldı ve tekrar konuştu. "Evliliğe doğru giden yolda; attığınız bu ilk adımdan sonra, birbirinize daha bağlı olmanızı temenni ediyorum." dedi, kırmızı kurdeleyi makas yardımıyla ortadan ikiye kesti. Herkesten alkış ve tebrik sesleri geldi, Selçuk beni alnımdan öptü. O sırada tanıdık bir ses geldi.

"Allah mesut etsin Alev Saraçoğlu."

Bu kadının burada ne işi vardı? Selçuk, ben ve bahçedeki herkesin bakışları o taraftaydı. Bahçe kapısının önündeki Şule Peru'da...

"Bensiz nişan yaptığınız için size çok kırgınım ama bunu telafi edebiliriz." diyerek buraya doğru yürümeye başladı. Yürürken bize gülümsüyordu da. Allah'ım bu mutlu günümü, bu kadının bozmasına izin verme. Bizim yaklaşık bir metre uzağımızda, karşımızda durdu ve konuşmaya başladı.

"Birkaç gün önce holdinge gelip size bir şeyler dediğim günden beri, bu günü bekliyorum! Ve işte beklenen gün!" deyip kahkaha attı. Elindeki çantasının zincirini açtı ve içinden bir şey çıkardı.

Bu bir silahtı!

Elindeki silahı ben ve Selçuk'un bulunduğu tarafa doğrulttu. "Önce sen," diyerek silahı tuttuğu eliyle beni gösterdi. "..sonra sen," dedi ve bu sefer Selçuk'u gösterdi. Sonra da bizden biraz uzakta olan Efe'yi göstererek "...en son da sen öleceksin!" dedi.

Bakışları ve silah tekrar beni bulduğunda gülümsedi. "Selçuk'un babasının dediği gibi, en kötü gününüz böyle olur inşallah. İşte beklediğim an!" dedi ve tetiğe bastı!

***************************

Veee finalden önceki bölümün sonu... Düşüncelerinizi gerçekten çok merak ediyorum. En sevdiğim bölümlerden biri :)

-> Sizce kim vuruldu? Veya biri vuruldu mu?

-> Bundan sonra -yani finalde- neler olacak?

Finalde görüşmek üzere, hoşça kalın... :* (Final muhteşem olacak! :))

SARAÇOĞLU HOLDİNG (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin