0.0

22.9K 862 186
                                    

31.03.2017 cuma tarihinde yayımlanmıştır.

Multimedia: MİNE

"İyi misin kızım sen? Ne bu halin?!"

Eylül'ün gelmesiyle kafamı yastıkların altından kaldırıp baktım.

Halimde ne mi vardı? Normaldim işte üzerimde Dalmaçyalı bir pijama saçlarım dağılmış topuz halinde ve kafam deve kuşu misali yastıkların altına gömülmüş durumdaydı.

"Hazır ayaktayken mutfaktan cips ve çikolatayı getirir misin? Yalnız çikolata kahvaltılıklardan olsun. Cipsi banıp banıp yemek istiyorum. Yanında da vişne suyu. Bardağa koymana gerek yok."

"Siktir git len. Telef etmişin burayı. Canım koltuğum n'aptın ona?"
Eylül titizlik hastasıydı. Bu yüzden bir yandan haklıydı. Ama daha büyük bir telef olunuş vardı burda. BEN...

Eylül'ün delici bakışları altında daha fazla depresif yaşantıma devam edemeyeceğim için tam odama gidiyordum ki... Eylül'ün çığlık atıp beni yere itmesi bir oldu. Kola yere dökülmüştü. Eylül hemen sehbanın üzerinden atlayıp mutfağa gitti. Kız mübarek engel koşucusu. Hemen deterjanlı bezle koltuğa döndü.

"Mahvettin çeyiz koltuğumu. Bu koltuk Murat ile benim koltuğum olacaktı. Canım mavişim. Sümüklerinle yiyeceklerine gurban gitti. Ben bunu taaa evden getirmiştim. Lanet yellow."

Evet sarışınım ve Eylül'ün Murat adında kas kafalı kaslı vücutlu eşek oğlu eşek bir sevgilisi var. Babasınıda sevmezdim zaten.

Bu arada Eylül ile aynı evde oturuyoruz ve lise üçüncü sınıftayız. İlkokuldan beri arkadaşız. Ailelerimiz ise şehir dışındalar.

"Bir dakika burda bir yanlışlık var." dememin üzerine Eylül elindeki bezi koltuğa bırakıp bana baktı. "Gurban değil kurban olacak."

Ve şakk!

Alnıma yapışan deterjanlı bir bez.

Belkide lanet olasıca yüzsüz olan yüzümde duran sivilcelerime iyi gelir. Bu nasıl cümle? İşte gene cümle dehalığım. Sözelci olduğumu biliyor muydunuz? Evet şu an öğrendiniz.

Alnımdan bacağıma düşen bezi alıp Eylül'e verdim ve ayağa kalkıp odama doğru yöneldim.

"Bir şeyin var mı? Mine hey hoy!"

Alnım acımamıştı. Ama kalbim acıyordu. Bunun Eylül ile ne alakası var diye düşünüyorsanız banane anlatmayacağım. Beni anlamalısınız. Trip atmam gerekiyor. Sizin suçunuz yok veya Eylül'ün de yok. Aslında biraz var ama çok yok.

Her neyse bir Ocak ayı idi. Sabah evden çıkıp Eylül ile okula gitmiştim. Bugün günlerden ne? Ha... pazartesi. Günlerden pazartesiydi. Yani bugün oldu. Emre ultra yakışıklılığıyla güneşin ışıltısını yüzünde toplayarak okul binasına giriyordu. Eylül ile ben koridordaydık ve pencereden bakınıyorduk. Emre'nin o sarılası varlığını görünce en az onun kadar ışıltılı bir fikir geldi aklıma. Merdiven basamaklarına gelince Eylül beni Emre'nin üzerine atacaktı. Emre ile o filmlerdeki romantik anı yaşayacaktık. Beni farketmiş olacaktı. Beni kucaklamış olcaktı. Bana aşık olacaktı. Peki ne oldu?

Emre merdiven basamaklarını yavaş yavaş geçti. Tam yanımıza gelmesine az kalmıştı. Basamaklar fazla ne yapalım? Neyse üçe kadar sayınca beni üzerine atıcaktı. Gözlerimizi kapattık.

1...2....

Bir ses geldi. Kendimi o kadar odaklamıştım ki aldırmadım. Eylül de öyleydi.

3!

Birden bir boşluk oldu. Merdivenlerden darbe alıyordum ve pat son basamak. Eylül koşturarak yanıma geldi.
Etrafıma baktım. Emre arkadaşıyla yürüyordu.

"Lan ne diye etrafa bakmıyon. Niye haber vermiyosun. Bir çocuğun üstüne atamadın beni."

Ve döndüğümde ne gördüm?

Emre ve arkadaşı bana bakıyordu. Evet ilgisini çekmiştim ona şüphe yok. Ama hayalim böyle miydi? Tabiki hayır.

Hayaller hayatlar...

Emre bana bakarken olayı toparlamak istedim. "Kerem yokmuş işte."

Eylül şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. Hani Kerem ne alaka be dercesine.

Hiçbir şey olmamışçasına kalktım ve sınıfa doğru yöneldim.

Giderken ise Emre'nin arkadaşı olan ne olduğunu bilmediğim çocuğun "Bir tane Kerem var. O da bizim sınıfta." deyişini duydum. O an zaten iptal oldum.

~~

"Kahrol! Kahrol! Kahrol merdiven!"

Yatağıma yumruklarımı geçirip deli gibi bağrırken Eylül yanıma oturdu.

"Ya tamam bak o kadar rezil olmadın. Emre takmadı bile."

"Canımı yakmaya mı çalışıyorsun? Ha söyle taksın diye daha ne şebeklikler yapmam lazım?"

"Upps. Kızım git açıl çocuğa."

"O zaman hiç takmaz. Çocuğa günde beş on tane kız açılıyor. Reklam ajansına başvuru yapar gibiler resmen. Olmaz. Başka bir şey yapmalıyım."

"Tamam. Hadi sakinleş. Buluruz bir şeyler sarışın."

"İyi tamam. Zaten bu depresyon şeysi sıkıcıymış. Hiç aksiyonlu değil."

"Biliyoruz senin aksiyonunu. Düşen kız."

Eylül'ün bunu demesi üzerine beklemediği şekilde yastığı kafasına geçirdim.

"O zaman yastık savaşı!" diye bağırarak o da bana yastığı fırlattı.

Büyümedik, çocuğuz...

Yaşıyoruz hamd olsun.

Yastık savaşı ardından pizza söyledik. İki büyük pizzayı mideye gömdüm. Doymak bilmiyordum. Kilom normaldi. Zaten hareketli olduğum için sorun olmuyor. Etrafı topladıktan sonra koltuğa fırlattım kendimi. Eylül de onun tabiriyle çeyizlik koltuğuna uzandı.

Telefonunu almış kas kafalıyla konuşuyordu.

"Öfff ne anlıyorsun. Yedi yirmi dört şunla konuşmaktan."

"Seviyorum sarı."

"He onu da daha anlamış değilim kara kız. Neresini seviyorsan o malağın."

"Kara kız nedir be? Eşşek adı gibi."

"Bence tam oldu. Eşşekoğlueşşek ve kara kız." deyip haykırarak güldüm. Pöhöhöhöh...

Eylül koltuk yastığını fırlattıktan sonra odasına gitti. İyi ki gitti. Yoksa bu konu fazla uzardı. Mutfağa gidip pizza paketlerini çöpe attım. Geri dönüp gene koltuğa uzandım. Hem benim birkaç plan daha yapmam gerekiyor diye düşünürken telefonumdan mesaj sesi geldi. Yerde duran telefonumu alıp açtım.

Bilinmeyen Numara: Pijamanı çok beğendim.

"Tövbe" deyip etrafıma bakındım. Etrafa bakınmak ne alaka Mine manyak mısın? Sanki halka açık yerdeyim diye düşünürken bir mesaj sesi daha geldi.

Bilinmeyen Numara: Mutfaktaki pencerenin perdesini örtmeyi hiç düşündünüz mü? ;)

TERS KÖŞEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin