0.2

11.9K 684 138
                                    


İyi okumalar vişnelerim.

Açıkçası telefon elimde parmaklarım klavyenin üzerinde kalakaldım. Böyle durumlarda ne yapılır? Gerçekten bilmiyordum.

"Offf" dedim sıkıntılı bir şekilde yanaklarımı şişirerek.

Sonra Eylül'e baktım. O da ekrana öylece bakıyordu. Alnına bir tane geçirdim. "Kızım bir şey desene. Hadi arkadaşlık görevini yap. Nasıl arkadaşsın sen?!"

Eylül vurduğum alnına elini götürdü. "Ne vuruyon be? Düşünüyoruz burda!"

Bir iki saniye bekledikten sonra sordum. "Düşündün mü?"

"Evet."

Omzundan ittirdim. "Hadi söyle." İşte bu da benim sevme biçimim. Vurarak döverek sevmek. Eğlenceli oluyor. Sevdikçe sevesi geliyor insanın.

"Tamam de."

"Yarım saattir düşünüyorsun ve cevap bu mu? Kızım nasıl tamam dicem? Tanımıyorum."

"Belkide doğru kişi Emre değildir. Kaderinde bu çocuk vardır."

"Hayır. Emre doğru kişi. Kaderin üzerinde kader vardır. Hem belki çok büyük."

"İyi tamam sen bilirsin."

Ardından telefon çaldı. Haa... Yok benim telefon değil. Eylül' ün telefonuydu çalan. Kesin o kas kafalı aramıştır. Eylül "Tamam ne yapacağına karar ver ben geliyorum." deyip odasına yöneldi.

"Sağol ya ne kadar da yardımcı oluyorsun(!)"

Eylül beni umursamadı ya da kalbinin sesinden beni duymadı.

Baktığım ekrana bir mesaj daha eklenmesiyle telefona ses geldi. Yok ya sessize alıcam ben bunu ikidebir ses geldi demek nedir? Neyse telefonu sessize alıp direk mesajı okudum.

Bilinmeyen Numara: Hey! Orda mısın?

En azından yazım kurallarına uyuyor. Burdan bir yıldız kazandı.

Mine: Evet.

Bilinmeyen Numara: Biliyorum şaşkınsın. Dediğim gibi ilerde kim olduğumu öğreneceksin. Hem alışırsın zamanla.

Mine: Zamanın olacağını kim demiş.

Bilinmeyen Numara: Ben.

Hee çok komik.

Mine: Ben söylemediğim sürece senin söylemenin bir önemi yok.

İşte böyle verirler cevabını seni ukala belirsiz sapıkımsı çocuk. Birde ünlü gülüşümü yapayım. Pöhöhöhö

Bilinmeyen Numara: Yakında önem taşır dgdhdhsh

Afedersiniz random evresine ne ara geçtik? Hoş öyle bir evre var mı? Yani benim için var sayılır ya da şuan var oldu.

Mine: Bi engellememe bakar. Biliyorsun değil mi?

Bilinmeyen Numara: Evet bu arada bir şey soracağım.

Mine: Tamam okuyorum.

Dinliyorum yazamazdım. Yani anlamamazlık etmeyin.

Bilinmeyen Numara: Nasılsın?

Cidden mi? Bu mudur? Bence benle dalga geçiyor. Dalga geçenleri sevmem.

Engelledim...

Hehe kötü ben.

Saat dokuz olmuştu. Çantamı ayarlayıp odama gittim. Aklımda canlanan Emre'nin öpülesi yüzünü aklıma getirerek tebessümle bir yandan da ona yaklaşamamın verdiği hüsranla kendimi yatağa attım. Günün aksiyonimik yorgunluğuyla uykuya dalmam hızlı oldu.

Sabah yüzüme dank diye yapışan vakumlu bir şeyle birden yerimden sıçradım.

Elimi alnıma refleks olarak götürdüğümde gördüğüm şey plastik uçlu bir dark okuydu.

Eylül ise otuz dişiyle karşımda sırıtıyordu. Otuz iki dişinin ikisi bir zamanlar doktorlar tarafından gitti ve al sana otuz dişli plastik oklu bir eylülderili. Tamam espri yapmayacağım.

Neyse olayın etkisiyle Eylül'e bağırdım. Sinirliyken ne söylediğimi bilmiyorum.

Eylül bana seslenmiş. Ama uyanmamışım. Yanıma gelip dürtmek ve güzelce kaldırmak istemiş. Fakat tekme atarım diye korkmuş. O da böyle bir yöntem geliştirmiş. Tabi bu açıklama üzerine elimdeki dark okunu tam on ikiden çeneye attım. Alnına atsam özentilik olacaktı. Bizim de bir tarzımız var.

Hazırlanıp yaptığımız tostları yedik ve çantaları alıp evden çıktık. Okulun önüne kadar geldiğimizde saate bakmak için açtığım telefonumda çağrı olduğunu gördüm. Kim olduğuna baktığımda belirsiz çocuktu. Bir yandan engeli kaldırasım bir yandan ise nedensiz yere süründüresim vardı.

Sonuç olarak engeli kaldırmadım.

Okula varınca Emre'nin sınıfının önünden geçerken yavaşladım ve Emre'nin uyuduğunu gördüm. Eylül durdup sessiz ol işareti yaptıktan sonra Emre'yi izledim. Çok tatlı uyuyordu. Hoş yüzünü kollarının arasına almıştı ve bu yüzden görünmüyordu. Ama buna rağmen varlığı bile tatlılık abidesiydi benim için.

Eylül'ün beni dürtmesi üzerine sınıfa doğru yürümeye başladım. Sınıfa varınca en arkanın bir öndeki sıramıza çantalarımızı atıp oturduk. Sınıfta kimse yoktu. Böylece rahat konuşabilirdik.

"Dün ne oldu?" diye sordu Eylül. Sonunda hanımefendinin aklına gelebilmiştik.

"Engelledim." dedim özet geçerek. Sadece bir kelime bazen her şeyi özetler.

"Kapandı mı yani konu?"

"Evet."

"Tamam o zaman ben kantine gidiyorum. Sana vişne suyu alırım."

Bak nasıl da biliyor arkadaşını. Afferim kız sana. Bak çok takdir ettim seni.

Kocaman gülümseme ve göz ışıltısıyla Eylül'ü yolladım.

Sonra aydınlanan ekrana bakınca belirsizin tekrar aradığını gördüm. Umursamadım ve yeni aldığım kitabı açıp kulaklığımı da takıp okumaya başladım. On, on beş dakika sonra Eylül elinde vişne suyumla ve kendine aldığı nescafe ile yanıma geldi. Pipet poşetine işkence ederek çıkarttıktan sonra vişne suyumu içmeye başladım. Daha sonrasında tarih hocası derse girdi. Çorba ettiği konular sonrasında ders bitiminde dışarıya çıktı. Öğle arasına kadar bütün dersler aynı düzlükte devam etti. Dışarıya çıkıp Emre ile karşılaşmak istemiyordum. En azından bugünlük. Eylül bana yemek almaya gitti. Sınıfta iki üç kişi vardı. Dedikoducu Yonca, lakap bulamadığım Sema ve yedi yirmi dört test çözen Gülçin. Müzik değiştirceğim sırada belirsiz tekrar aradı. Artık açasım gelmişti. Fakat geç kalmıştım. Çünkü tam açacağım sırada telefon kapandı. Zaten sınıfta bu dedikoducu olduğundan rahat komuşamazdım. Kafama taktığım konuşma olayını öğle saatine kadar yapacaktım. Kulaklığımı çıkartıp çantama koydum. Belki Emre ile karşılaşırım gibisinden saçımı düzelttim ve koridora çıktım. Ne diyeceğimi bile düşünmeden numarayı aradım. Bir tarftan da merdivene doğru yürümeye başladım. Aramam yönlendirildiğinde inmek üzere olacağım merdivenlerin başında duraksadım. Beni duraksatan şey ise Emre'nin sınıfının karşısında bulunan sınıftan telefon zil seslerinin gelmesiydi.

Bir dakika...

Telefon zil sesleri mi dedim ben?

TERS KÖŞEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin