-30-

7.7K 324 43
                                    

-30- 

Kalbi en çok acıtan neydi? Sevdiğini kaybetmek miydi, aşkı kaybetmek mi? Bir insan iki kaybı nasıl yaşardı? Ne kadar güçlü kalabilirdi? Hele ki güçsüzse?

Güçsüzdüm. Zayıftım. Hiçbir zaman hiçbir şeye yeterli olamamıştım. Düşünmeden davranmalarım, ani kararlarım hep bana sertçe çarpmıştı. Mutluluğun zirvesine her ulaştığımda ayağa takılan çelme ile dibi boylamıştım.

Dipteydim ve burası çok karanlıktı. Soğuktu.

"Hazel! Uyandın mı bebeğim?"

Soru yanlıştı. Uyudun mu diye sormalıydı. Uyuyamıyordum. Pazar günü akşam uyuya kalmam dışında bir daha uyuyamamıştım. Pazartesi gününü odamda saklanarak geçirmemi herkes anlayışla karşılarken bugün aynı anlayış hiç kimsede yoktu. Bir günde babaannemin ölümünü atlatmamı beklemeleri tuhaftı. Bir günde yokluğa alışır mı insan?

Annem cevap vermediğim için odama gelmişti. Kapıdan yorgun bir şekilde gülümsedi. Uyanık olduğumu görünce yanıma gelip oturdu. Elleri nazikçe saçımı okşarken içimde bir burukluk oluştu. Babaanemin elleri geziniyordu sanki. O benim için annemle aynı yerdeydi. O da anne kokuyordu bana. Annemden ona daha yakındım sadece. Şimdi ise sadece bana hayat veren kadın vardı. Yeterince sevgimi gösteremediğim, yeterince yakın olamadığım mükemmel insan vardı.

"Anne... Özür dilerim. Yeterince sevgimi gösteremiyorum sana. Ama bilmeni istiyorum. Seni çok seviyorum. Sende beni bırakıp gitmeyeceksin, değil mi?"

Elimde değildi. Annemin ağlamasına neden olmuştum. Bende ağlıyordum. Ağladık. Sıkıca sarılıp anne kokusunu içime çektim. O da giderse ne yapardım ben? İşte o zaman ölürdüm.

"Seni asla bırakmayacağım canım benim. Biz hep birlikte olacağız annecim. Sevdiğini biliyorum bebeğim, sen benden bir parçasın... Anneler kendi çocuklarını kendilerinden daha iyi bilirler..."

Bir süre daha annemin kucağında ağladıktan sonra babamın aşağıdan gelen sesi ile ayaklandık. Annem bir kez daha beni öperek aşağıya indi. İsteksiz bir şekilde okul üniformamı giyindim ve aşağıya indim.

Babama da sımsıkı sarılıp onu sevdiğimi söyledim. Annemle olduğu gibi ağlamadık ama ikimizde bakışlarımızla acımızı paylaştık. Babam son bir kez sıkıca sarıldıktan sonra beni bıraktı ve aşağıya, servis bekleyen Ezgi'nin yanına indim.

Poyraz babaannemin öldüğünü daha dün öğrenmişti. Mesajında öyle yazıyordu yani. Aramalarına çıkmamıştım. Eve geldiğinde ise kapıyı açmamıştım. Konuşmak istemiyordum. Babaannemle yaşadığım acı çok tazeydi ve aşkın acısını henüz yaşayacak kadar güçlü değildim. Gelirse beni ilk gün rahatlatırdı. Sonra yine acı çekerdik.

Başından beri bize olan buydu zaten.

Ezgi'nin omzunda tamamladığım okul yolculuğu günümü katlanılabilir kılıyordu. Neyin beni rahatlatacağını biliyordu. Kulaklığının birini benim kulağıma, diğerini kendi kulağına takıp benim sevdiğim grupların şarkılarını karıştırma modunda açtı. Ezgi ile müzik zevkimiz birbirine yakındı ama aynı değildi. O italyanca da dinlerdi, ben katlanamazdım. Rap müzik açar, nigga moduna girerdi ama ben giremezdim. Tek ortak noktamız indie ve alternative müzikti.

Servisten indiğimizde bizi Günay karşıladı. Sıkıca etrafıma sarılan kolları rahatlatıyordu. Kafamın tepesinden öptükten sonra beni bıraktı ve Ezgi'yi yanağından öptü. Ezgi'nin yanağına yayılan kırmızılık tek şeyi gösteriyordu. Günay istediğini başarmıştı.

Sınıfa giderken yolda Anıl'la karşılaştık. O da Günay gibi sıkıca sarıldı. Sonra beni kolunun altına alıp kendine çekti. Kulağıma eğilip ikimizin duyabileceği tonda konuştu. "Eğer okul sıkıcı gelirse seni kaçırabilirim panda."

Sen de GitmeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin