Bu köydeki hayatı başlayalı dört yıl olmuştu Zinnur'un, iki odadan oluşan evi temizliyor, yemek pişiriyor, artık iyice yaşlanmış olan analığına bakıyor onun dışında kalan tüm vaktini pencere kenarında oturarak geçiriyordu.
Bu arada bir de kızları oldu,ve Zinnur tekrar gebeydi Talat bunun erkek olacağından çok emindi çünkü erkek adamın erkek oğlu olurdu.Günler, aylar, haftalar birbiri ardına geçip gidiyor her şey değişiyordu da , değişmeyen tek şey genç kadının sessizliğiydi.Talat ne yaptıysa zevcesine geçmişi unutturamadı .Zinnur'un ördüğü görünmez duvarları bir türlü aşamadı ,aşamadıkça hırçınlaştı; hırçınlaştıkça karısına ve ufacık kızına eziyet etti.Öyle ki bu eziyetler Zeynep'in erken doğmasına neden oldu bir gün bir gece doğum sancısı çekti Zinnur kaynanası bile doğuramadan ölecek gelin diye yakınmaya başladı köyün ebe kadını ve en az üç doğum yapmış bütün kadınlar odaya doluştu ne yaptılarsa bir türlü doğum başlamadı Talat karısının bu durumuna kendisi sebep olduğu için vicdan azabı duyuyor evin etrafında hiç durmadan dolaşıyordu bir ara ayağı hamile karısının sırtında kırdığı odun parçasına takıldı düştü daha da sinirlendi ve yerden aldığı odunu tüm gücüyle uzaklara attı.Ya karısı ölürse ne yapardı o zaman insanların yüzüne nasıl bakardı? sonuçta tüm köy, genç kadını dövdüğü için doğumun erken başladığını biliyordu birde Zinnur ölürse köyde hiç kimse selamını almaz kahveye sokmazlardı Talat'ı sonuçta köyün en prestijli yeri köy kahvesiydi.
Neyse ki kadın ölmedi doğum gerçekleşti ikinci çocuğun kız olmasına bile üzülmedi talat sevinçten havalara uçtu ve evin önündeki kümese koştu yakaladığı ilk tavuğu kesip konu komşuya ziyafet verdi.
buraya kadar olan kısmı yarım yamalak da olsa Zeynep teyzesinden öğrenmişti ,bu kısımdan belli bir süre sonrasının her bir saniyesini zaten kendisi hatırlıyordu.
Zeynep'in boğazı düğüm düğüm oldu, ağlaması gerekiyor ama bir türlü gözünden yaş gelmiyordu. Bu durum da boğazındaki düğüme bir ilmek daha atıyordu.
Zeynep annesinin üzerine eğildi , buz kesmiş göz kapaklarından öptü onu, öperken sağ kaşının üstündeki yara izi takıldı dudağına içi daha çok acıdı,ve bir anda hatırladı bu yaranın ne zaman oluştuğunu.
Sanırım ilkokul ikinci sınıftaydı evet evet ikinci sınıftaydı. Aylardan ocak . Okul sonrası hızlı adımlarla eve doğru yürürken, Mehmet öğretmeni gördü Zeynep, bu adama herkes Mehmet öğretmen der saygıda kusur etmezdi. İlginç olanı ise bu adam çobandı ve ilkokulu bile bitirmemişti. Her gün düzenli gazete okuyan bu öğretmen Mehmet amcanın o günde elinde bir gazete vardı.9 ocak 1990 tarihli gazete de kocaman bir manşet edebiyat dünyası yasta usta şair Cemal SÜREYA'yı kaybettik.Zeynep o zamanlar henüz bu şairi bilmiyordu.Yatılı okuduğu lise yıllarında tanışacağı bu şair daha sonraki hayatının, vazgeçilmez bir parçası olacaktı.Toz içinde kalan lastik ayakkabılarını sürüye sürüye eve gelen Zeynep merdivenlerin önünde durdu; eve gidip gitmeme konusunda kararsız kaldı ,çünkü evde yine kıyametler kopuyor babası öldürürcesine annesini dövüyordu.Merdivenlere oturdu Zeynep zaten ayazdan titreyen minik bedeni ,bu defa da korkudan titremeye başladı. Yarım saat sonra babası küfürler yağdırarak çıktı evden ,merdivende oturan minik kızına bir tekme attı ve ona da küfrederek evden uzaklaştı.Belinin acısı ile önce kıvranan küçük kız yerinden kalktı, sonra merdivenleri çıktı açık olan kapıdan yavaşça içeri süzüldü .Evin her bir yanı dağılmış duvarlar da ise kan izleri vardı. Saçı başı dağılmış olan annesinin yüzü kandan görünmüyordu.Zeynep kendi acısını unuttu hemen mutfağa koştu ,küçük bir tasa su koydu eski bir bez parçası bulup, annesinin yanına geldi yüzündeki kanları temizlemeye başladı annesi hiç ağlamıyor tepki vermiyor canının yandığının farkında bile değildi. Zeynep annesinin sağ kaşındaki derin kesiği gördü eski bezi üstüne bastı kanın durmasını bekledi. Evet bu yara 9 ocak 1990 da açılmış ve hala kapanmamıştı kapanmayacaktı da...
Zeynep annesinin yaralarını çok iyi tanıyordu. Kendisini doğurup büyüten bu kadının, sadece yaralarını biliyor ne zaman mutlu olur, ne zaman üzülür hiçbirini bilmiyordu . Bir de serçeler var tabi, annesi serçeleri çok severdi. Ne zaman bir serçe görse sanki yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşurdu ,uzun uzun izlerdi bu kuşları, evin önündeki kiraz ağacını da o ekmişti çünkü serçeler kirazı çok severdi,ve Zinnur asla Zeynep'e serçelere baktığı gibi bakmadı.
Kelimelerin kifayetsizliği di'li geçmiş zamana büründü, duvarları kan kokan bu küçük oda da artık hiçbir anlamı yoktu suskunluğun .
Annesizliğin orta yerinde çırılçıplak kalmış bir kadın, bir çocuk...tamamlanmamış cümleler eksik kalmış duygular.
Anne baba sevgisini hiç tatmamış bir çocuk ve o çocuğun bir kez bile sevgiyle bakılmamış bir yudum merhamete muhtaç gözleri...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERÇENİN GÖZYAŞI
General FictionHata bir anlık,çaresizliğin getirdiği, hataların ödettiği bedeller ise bir ömürlüktür .Hayata tutunmak için insanın, asla arkasına bakmaması gerekir, ama arkamızda bıraktığımız sadece geçmişimiz olmalı, sevdiklerimiz değil ,koşarak geçmişimizden...