Kendine özgü gösterişi ile tabiatı etkisi altına alan sonbahar, çocuk sesleri ile dolup taşan sokakları yavaş yavaş boşaltmaya başlamıştı.Tabiatın bütün canlıları ağız birliği etmişçesine yaza veda şarkıları mırıldanmaya başladı ,baharla birlikte uyanan tabiat şimdi sisli güneşin altında yine yeniden kış uykusuna hazırlanıyor, ağaçlara veda edip üvey evlat gibi sağa sola savrulan yapraklar kainattaki canlıların ayakları altına düşüp eziliyor ve evrenin boşluğunda kayboluyordu. Ilık meltemler, hafiften çiseleyen yağmurlar ile yeşilliklere bürünen ağaçlar, sert esen rüzgarlarla pençeleşip sonunda ona boyun eğdiler. Şarkılar derleyen ve neşeyle uçuşan kuşlar,evlerin saçakları altında ve çıplak ağaçlarda düşünceye daldılar.Göçmen kuşlar büyük bir vefasızlıkla sıcak diyarlara kanat çırpıyor, sadakatin simgesi olan serçeler ise çıplak ağaç dallarına pençelerini sıkı sıkı geçirip direniyordu.
Yaprakların sararmasıydı sonbahar. Kırmızıdan sarıya doğru her tonunu görebilmekti renklerin caddelerde, sokaklarda. Düşen her bir yaprakta, seni üzen bir şeyin kendinden uzaklaştığını görmekti. Yerine yeşillerinin geleceğini bilmenin ümidi belki de Hüznü ve ümidi aynı yerde barındıran ve hissettiren bir güzellikti sonbahar.Yakan bir yazın ardından gelen hüzün serinliği. Ruha üflediği vakit nefesini, yeniden doğuştur belki de belki de biraz inzivaya çekilme vakti yaralarımızı sarma, kırık döküklerimizi tamir etme zamanıydı.
Bütün yaz mevsimince tarlasından ayrılmayan ve ona adeta bir oğul gibi bakan köylü artık tarlasına uğramaz oldu. Sokakları neşeye boğan çocuklar, «kral benim» diyen fırtına karşısında yenik düştüler. İnsan ruhunu okşayarak yağan yağmur, yerini, fırtına ve onun koruyucu meleği soğuğa bıraktı.kadınlar yavaş yavaş kış hazırlıklarını yapmaya başladı tarhanalar yapıldı bulgurlar pişirildi sebzeler kurutuldu turşular hazırlandı erkekler ise günlerce evlerin bahçesine odun taşıyordu.Zinnur bahçe de oturmuş sararan yaprakların tek tek ağaçlarla vedalaşmasını izliyor, Talat eve odun taşıyordu ,en büyük kızları Zehra ise kuruttuğu domates, fasulye ve biberleri kilere taşıyordu.
Güneş yavaş yavaş yerini gece karanlığına bırakırken, akşam üzeri hava daha bir serin olmaya başlamıştı biraz ürperen Zinnur üşüdüğünü hissetti yerinden kalktı, eve doğru yürüdü tüm ev halkı eve toplanınca sessiz sedasız akşam yemeği yendi, herkes köşesine çekildi Zinnur bulaşıkları yıkayıp, mutfağı toparladıktan sonra bahçeye çıktı hemen evlerinin yanında köy muhtarının evi vardı ve o akşam sanırım evde bir kutlama vardı. Perdesi açık olan camdan içeriyi izledi Zinnur, muhtar Ahmet çocuklarına ve eşi Ayşe Hatuna çok düşkündü, hiçbir gün adıyla onlara sesini yükseltmemişti, onlar birbirlerini severek evlenen nadir insanlardandı.belki de dedi Zinnur belki de Emin'imle kavuşabilseydim ben de bu kadar mutlu olurdum evlatlarımın daha farklı bir hayatı olurdu dedi.Sonra sedire oturdu gökyüzüne baktı karanlığın içinde ateş böceği gibi yanan yıldızlara baktı, kimse bilmezdi ama Zinnur saatlerce hatta bazen sabah şafak vakti yıldızlar kaybolana kadar yıldızlarla konuşurdu ağzından tek bir kelime çıkmasa bile düşünceleri ile konuşurdu.Zinnur ilkokuldayken çok sevdiği öğretmeni bir gün derste onlara yıldızların hikayesini anlatmıştı:
Yıldızlar parıldarken orta büyüklükte bir yıldız varmış. Etrafına ışıklar saçan bu yıldız mutluymuş. Hayata olumlu bakar, gezegenleri izler, onlardaki canlıları seyredermiş. Etrafına mutluluk saçan bu yıldız, bir gün göktaşı çarpması ile küçük parçalara ayrılmış. Dağılmış, parçalanmış, kırılmış, gamzelerini kaybetmiş. O artık parlak koca bir yıldız değilmiş.
Arkadaşları ne derlerse boş. Bir şey yapamazlarmış. Gülümsetemezlermiş. Göktaşından süzülen göz yaşları soğuk damlalar halini alıp buz tutmuş. Kalbi soğumuş, hissedemez olmuş. Geçmişinde, benliğinde, kaybettiklerinde, kazanabileceklerinde tutuklu kalmış. Yıldızlar dokunmazlar, dokunulamazlar, uzaktırlar. Parlarlar, hissederler, bunu kaybettiler mi onlar artık yıldız olamazlar.
Pes etmiş, hüzünlü, sefil dolanan bir kuyruklu yıldız varmış, artık durmak, seyretmek, huzur istermiş ama onu kimse durduramazmış. Ne kadar durmak istese de duramazmış. Bir gün karşısına bizim hüzünlü küçük yıldız çıkmış ve çarpışmışlar tek beden olmuşlar. Alevlenmişler başlamışlar. Sakinleşmişler küçük yıldız parlamış, kuyruklu yıldız ise sonunda durmuştur. Büyük koca şekilde parlayan yıldız olmuşlar. Gel zaman git zaman etrafta biriken küçük parçalarla büyüyüp gezegen olmuşlar. Eskiden güneşi yansıtan bir araç iken şimdi ise içinde bir sürü kadife gül biriktiren gezegen olmuşlar. Etrafta olan yıldızlara mutluluk saçmışlar.Umut her zaman vardır ne kadar küçülsen de, ne kadar hızlı gitsen de. Ne kadar ağlasan da, ne kadar pes etsen de yaşamdır elbet ama elbet bir gün döktüğün gözyaşlarıyla oluşan topraklar, filiz verip kırmızı güller açtırır...Zinnur bu hikayeyi küçüklüğünde çok severdi ve umuda olan inancı onu hayatın zorluklarına karşı hep diri tutardı taa ki Emin in gidişine kadar Emin in öldüğü gece Zinnur bütün inançlarını kaybetti ne eş olabildi nede anne, anne demişken can paresi Zeynep i de çok severdi geceleri yıldızları izlemeyi kışın ayazında sedire oturur geceler boyu yıldızları izlerdi, acaba şu an oda yıldızları izliyor mudur? Kim bilir belki de aynı gökyüzü altında bir umuttur yaşamak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERÇENİN GÖZYAŞI
Ficción GeneralHata bir anlık,çaresizliğin getirdiği, hataların ödettiği bedeller ise bir ömürlüktür .Hayata tutunmak için insanın, asla arkasına bakmaması gerekir, ama arkamızda bıraktığımız sadece geçmişimiz olmalı, sevdiklerimiz değil ,koşarak geçmişimizden...