Bölüm 9: Serum

99 43 19
                                    

Nihayet Annabelle'nin kendisine göstereceği yere geldiklerinde Peter nefes nefese kalmıştı. Ayak bileğinin acısı artmış, artık yürüyemez hale gelmişti. Alnından aşağı akan soğuk teri hissedebiliyordu. "İşte geldik." dedi Annabelle Peter'ın omzunda duran kolunu hızla iterken. Hala siniri geçmiş gibi görünmüyordu. Peter artık ne hissedeceğini bilemiyordu. Üzüntü, merak , pişmanlık, korku, heyecan... Kafası allak bullak olmuştu. Bütün bu olaylar yetmezmiş gibi Peter'ın gözlüğünün kenar camı çatlamıştı.Buradan çıktığı zaman -tabii çıkabilirse- yeni bir gözlük camı alması gerekiyordu. Tüm bu düşüncelerden kurtulup Annabelle'nin kendisine uzattığı feneri aldı. 

Fener çok soğuktu.Kendi üşümesi yetmezmiş gibi birde fenerin buz gibi soğukluğu iliklerine işlemişti. Feneri sıkıca tutup geldikleri yere göz atmaya başladı.  Karşısında iki adet siyah şaziye metal ayaklı sandalyeler birbirlerine dönük olarak -ortalarında bir masa vardı- duruyordu. Bunlar burada ne arıyordu ve neden Annabelle onları kendisine göstermek istemişti? Yavaşça sandalyelere yaklaştı ve bunu yaptığı anda bileğine bir bıçak saplanıyor gibi olmuştu. Acısını önemsememeye çalışarak sandalyelerin ortasında duran ahşap sehpaya göz atmaya başladı. Sehpanın üstü tozla kaplanmıştı ve üstünde küçük bir serum duruyordu.Serumun içinde sarımsı bir sıvı vardı ve hiç kullanılmamış gibiydi. "Bu serum da nedir?" dedi Peter serumu eline alıp incelemeye başlarken. " Hadi ama! Ben de belki sen biliyorsundur diye seni buraya getirdim." dedi Annabelle hayal kırıklığına uğramış gibi. Belki bunlarda bir anısı olabilirdi ancak hiçbir şey hatırlamadığı ortadaydı. 

Şu an hatırlamaması kendisi için iyi olurdu. Yine bayılmak- diğer anlamıyla anılarını görmek- kötü olurdu. "Hayır," dedi yavaşça "Bunlar hakkında hiçbir fikrim yok." Ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki kaç saattir burada olduğunu bilemiyordu. Göz kapaklarını açık tutmak, sanki kendisine verilen beş kiloluk bir çuvalı taşımaya çalışmak gibiydi. Belki biraz dinlenebilir ve kendisine geldiğinde tüm bu olayları daha iyi kavrayabilirdi. Sadece birkaç saatliğine oturup mola verebilirdi. Artık tek kolunu bile kaldıracak gücü kalmamıştı. Kendisi lanet olası bir süper kahraman değildi. Çelimsiz bir insandı sadece. Dikkatlice sandalyeye oturdu. 

Sandalye ölüm soğukluğunda bile olsa şuan kendisini kaz tüyünden yapılmış bir yastıkta oturuyor gibi hissediyordu. Derince bir nefes aldıktan sonra sırtını arkaya yaslayarak sandalyeye iyice yayıldı. Feneri Annabelle'ye doğru tuttuğunda ilk defa onu bu kadar net görebilmişti. Kızıl saçları arasındaki esmer yüzünü çizikler doldurmuştu. Üstünde bazı yabancı kelimeler basılmış lacivert tişörtü vardı. Evet, Annabelle lacivert rengine bayılırdı. Kollarının yüzünden pekte bir farkı yoktu. Kirlenmiş ve yaralarla dolu... Nasıl bu hale gelebilmişti ? Yoksa Alex ona işkence mi ediyordu? Bu kötü düşünceyi aklına getirdiği için kendine kızdı. Alex şuan nasıl biri olursa olsun asla böyle şeyler yapmazdı.

 Annabelle kollarını kaldırarak kendisine tuttuğu parlak ışığın gözlerine gelmesini engellemeye çalıştı. "Sen ne yapıyorsun?" dedi sesini yükselterek. "Ben, sadece biraz dinlenmek için otu-" "Sana buraya dinlen diye getirmedim." dedi sözünü keserek. "Bak kaç saattir burada olduğumu bilmiyorum. Her şey çok hızlı gelişti Annabelle. Artık dayanamıyorum. Sadece birkaç saat dinleneceğim ve yolumuza devam edeceğiz." dedi Peter ikna etmek için çabalarken. "Ama.." dedi Annabelle gözlerini kaçırdıktan hemen sonra. Başlarına gelecek kötü bir şey olabileceğini düşünüyor olmalıydı. " Bak hiçbir şey olmayacak. Lütfen. Dinlenmeme müsaade et." dedi Peter yorgun bir ses tonuyla. Annabelle derin bir nefes aldı ve yanındaki sandalyeye doğru yürümeye başladı. "Tamam, izin veriyorum." dedi sandalyeye oturup kendisine doğru parıldayan gözleriyle bakarken.

 Peter istemsizce gülümsedi. Bunu neden yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ancak tam zamanında yapmış gibi duruyordu ki Annabelle sinirinden vazgeçerek tebessüm etmeye başlamıştı. Peter yavaşça Annabelle'nin masada duran elini tuttu. Eli tüm bu soğuğa karşı sıcaktı. Kalbinin daha hızlı attığını fark ettiği anda bir şey daha hatırlamıştı. Tüm bu olaylar yaşanmadan önce Annabelle'ye karşı bir takım hisler besliyordu. Ancak Alex'in ölümünden sonra kendisi hiçbir şey hatırlamayınca Annabelle'yi de unutmuştu. Annabelle elini tuttuktan sonra hiçbir fevri harekette bulunmadan kendisine bakıp gülümsemiş ve ardından da gözlerini kapatmıştı. Peter  buna karşılık olarak gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Daha gezip göreceği ve gizemlerini çözeceği çok yer vardı. Bunun için enerjisini toplamalıydı. Ve birden uykuya daldı.

(...)

Bir atak geçirir gibi uyandı. Rüzgar şiddetle esiyordu neredeyse sandalye ile beraber uçacaktı. Bodrumda fırtınalar kopuyor yer yerinden oynuyordu. Bütün bu esinti nereden geliyordu? Hızla ayağa kalktı ve feneri açarak etrafına bakınmaya başladı. Ancak hiçbir şey göremiyordu. Rüzgarla kendisine doğru uçan cam  parçaları dışında... Hemen feneri yanındaki sandalyeye çevirdi. Annabelle orada değildi. "Hayır!" dedi kendi kendine. "Bir daha birinin ölmesine izin vermeyeceğim." Yoksa Alex kendisine en başta söylediklerini mi uyguluyordu? "Seni ve sevdiğin herkesi öldürürüm." demişti. Bunu yapmasına izin veremezdi. Rüzgara karşı yürümeye çalıştığında sanki duvarı ittiriyor gibi hissetmişti. Bu öyle bir esintiydi ki tek bir adım bile atamıyordu. O sırada Annabelle'nin sesini duydu. 

"Matt!"

Night Home Of LondonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin