Okuduğum pek çok bilindik hikâyenin esas kahramanı erkekti.
Nesilden nesle aktarılan efsanelerde, destanlarda, klasikleşmiş edebî yapıtlarda kadınlar kendilerine çoğunlukla yan rollerde yer bulabilmişlerdi. Sık sık erkek kahramanın arayışı içinde, önüne çıkan bir engel olarak betimlenirlerdi. Kâh bütün kötülüklerin kaynağı kâh erkekleri baştan çıkarıp erdemli yollarından saptıran yaratıklardı. Bazen figürandan öteye geçemez, bazense düpedüz erkeğe verilen bir ceza olarak ete kemiğe bürünürlerdi.
Mesela Zeus, sırf Prometheus'un çaldığı ateşi kabul eden insanlığı cezalandırmak için çamurdan yarattığı ilk kadın Pandora'yı dünyaya göndermişti. Pandora, ona emanet edilen kutuyu, tüm uyarıları kulak ardı edip o pis merakına yenik düşüp de açtığında, hastalık, ölüm, tutku gibi kötülükleri serbest bırakmış, dünyanın yıkımına neden olmuştu.
Kadınların itaatkâr olmaları ve hayati meselelere pek karışmamaları, dünyanın iyiliğine olurdu.
O yüzden de İlyada ve Odysseia'daki kadınlar daima erkeğe tabiydi. Kimi zaman ganimettiler kimi zaman hediye. Alınıp satılır, hayvanlarla takas edilirlerdi. Shakespeare'in erkekler arasında kapalı gişe oynanan oyunu Hırçın Kız'da, aksi bir kadının doğru damat adayıyla zorla evlendirilmek suretiyle nasıl yola getirilip hırçın sokak kediliğinden ev kedisi olmaya terfi edebileceği anlatılırdı.
Şu durumda kadınların insan olduğu bile biraz şüpheliydi.
Tabii, Theogonia, İlyada ve Odysseia milattan önce 8. yüzyılda kaleme alınmış; Shakespeare, Hırçın Kız'ı 16. yüzyılın sonunda yazmıştı. Her biri, içinde bulunduğu zaman diliminin düşünce yapısını yansıtıyordu kuşkusuz. Hesiod'a, Homer'e, Shakespeare'e ve daha birçoğuna hınçlanmanın çok da âlemi yoktu yani.
Benim esas kabul edemediğim, Yunan efsanelerinin ilk anlatıldığı zamanlardan birkaç bin yıl sonra, Hırçın Kız'ın 400 küsur yıl ardından, hâlâ bazı erkeklerin kadınlara aynı gözle bakabilmesiydi. O zamanlardan bu zamana hiç mi yol alamamıştık? Bugün pek çok ülkede kadın hâlâ ikinci sınıf vatandaş. Bazıları hâlâ kimi seveceğine kendi başına karar veremiyor.
Ve anlaşılan, o güzel bahar akşamı itibarıyla ben de babam tarafından bu gruba dâhil edilmiştim; bana da büyük sürpriz olmuştu doğrusu!
O bahar akşamı, saçlarımda gezinen taze meltemin, yeni açmış çiçeklerin insanı sarhoş eden kokularının ve gökteki parlak dolunayın etrafına kümelenmiş pırıl pırıl yıldızların güzelliğinin ben farkında değildim.
Maruz bırakıldığım içler acısı sahneye yakışacak bir Orta Çağ tabiriyle, evde kalarak cehennemde maymunlara kılavuzluk etmek gibi bir kaderin önüne geçmem için bana yardımcı olmak isteyen ve isminin Taylan olduğunu on dakika önce öğrendiğim şahıs, onu reddetme kabalığını gösterdiğim için bana çıkıştığı yetmiyormuş gibi bir de üzerime yürümeye kalkıyordu.
İşaret parmağımı burnunun önünde tehditkâr bir biçimde sallamayı ihmal etmeden, "Biraz daha yaklaşırsan bağırırım, bütün mahalleye rezil olursun," dedim densize.
Yazık, o ana kadar gördüğü muameleye o kadar inanamıyordu ki. "İçinden resmen şeytan çıktı kızım senin ya!"
Nasıl bir hayal kırıklığıydım, belli değil. "Bu da sana ders olsun. Tanımadan etmeden insanların babalarına evlilik teklifinde bulunmazsın bundan sonra!"
"Uzaktan sessiz, yumuşak tavırlı bir şeye benziyordun. Alttan da alıyorum ama maşallah, her şeye söyleyecek bir sözün var. Biraz ılımlı olmazsan yanına kimse yanaşmaz senin," diye de uyardı beni sağ olsun. Ne var ki içimden şeytan çıkmasına rağmen tehdidim yıldırmamış olacak, havadaki bileğimi sımsıkı kavrayıp suratıma tısladı. "Hele bir bağır. Bağır da kim kimi rezil ediyor görürsün o zaman. Burada karanlıkta ne yapıyorsun benimle? Hiç mi korkmuyorsun, görenler hakkında ne düşünür? Ayağını denk al. Mahallede adını çıkarttırma bana."
Toplumun beklentilerine ters düşen kadınları teşhirle korkutmak, yüzyıllardır olan bir şeydi. Adlarının lekelenmesi kadınlar için büyük korku kaynağı olduğundan, başkalarının ne düşündüğü, kadınların hayatında başroldeydi. Reddedemezdim, benim için de önemliydi başkalarının ne düşündüğü. Bizimki gibi herkesin birbirini tanıdığı yerlerde dedikodu kartopu gibi yuvarlanır, büyür, sonra da önünde kim olduğuna bakmadan ezer geçerdi. İftira olduğu sonradan ispatlansa bile izi kalırdı. Ateş olmayan yerden duman çıkar mıydı? Sanmıyorum.
Bir yandan Taylan'ı azarlarken bir yandan da yerin kulağı varmış gibi etrafı kollamam hep bundandı. Ve tecrübeyle sabitti ki o yerin kulağı da hep vardı zaten. "Sen geçmiş karşıma, bir de beni tehdit mi ediyorsun?"
"Ailen iyi ama sen bu hırçınlıkla..."
Taylan "Biraz zor koca bulursun," diye cümlesini tamamlayamadan bir rüzgâr çarptı yüzüme.
"Sen kimin adını çıkarıyorsun lan?!"
Taylan bir an karşımdaydı, bir anda puf oldu uçtu. Her zamankinden parlak bulduğum ay ışığı, Taylan'dan kalan boşluğu doldururken kamaşan gözlerimi kırpıştırdım.
Ev kedileri kırgınlığımı bir kenara bırakıp Shakespeare'e kulak kabarttığımda, Emilia, Othello'ya, Ay'ın Dünya'ya çok yaklaştığında insanları delirttiğini söylüyordu.
Az sonra olacaklar için başka mantıklı bir açıklama bulamıyorum: Kafamı çevirdiğimde ağır çekimde havada uçan bir Fatih abi gördüm. Elinde de neye uğradığını şaşırmış bir adet Taylan vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Esnaf İşi Aşk (I-II-III)
Roman pour Adolescents❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" ve ikinci kitabı "Güneş Tutulması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Üçüncü kitap çok yakında Wattpad'de! ❤ Bursa Kapalı Çarşı'da nesiller boyu konfeksiyon üzerine esnaflık yapmış bir aileden gelen...