Medya: The Band Red- Let It Burn
KABURGASI DOĞUŞTAN ÇATLAK - 10. BÖLÜM
"ESKİNİN YIKINTISI"
Beyaz bir tavan, bir cana ne kadar zarar verebilirdi? Uyandığımda, uyuduğumda gördüğüm o duvar, içim ferahlasın diye değil miydi? Peki bu ferahlık, üzerime bir yığın olarak devrildiğinde? Deprem, deprem... Ruhumda.
Beyaz bir hastane tavanı, karşımda, gözlerim kapalı ama karşımda, ferah değil, burası dar, çok dar.
"Niran," gözlerimi hafifçe aralayıp Alparslan'a baktığımda, gözlerinin içine sinmiş endişenin içine saplanmıştım. "Benim gitmem lazım ama Berk gelecek, yarım saate burada olur." Başımı hafifçe olumlu anlamda salladığımda, bir saniye kadar daha bana bakıp gerisine döndü ve hiç duraksamadan odadan çıktı. Gidebilmesine şaşırdım, kardeşi buradaydı. Alparslan birine güvenerek kardeşini gözü kapalıyken birine bırakabilecek biri değildi, ne değişmişti? Başımı Egemen'in bel boşluğuna doğru yasladığımda, içimde garip bir endişe oluştu. Ona bir şey olabilir hissiyle gözlerimi uzun süre kapalı tutmadan odanın kapısına sabitlediğimde, zaman yavaşlamış gibiydi. O yarım saat, cehennem gibiydi. Berk'in gelmemesi daha da endişelenmemi sağladığında, tam ayaklanacaktım ki yanımda oluşan hareketin sonu tenimde bitti. Başımı kaldırdığım yere geri yaslayıp gerime baktığımda, Egemen'in zümrütleriyle karşılaştım.
"İyiyim," dedi eli saçlarımın uçlarındayken "seninle daha iyiyim." Başım buna olumlu anlamda sallandığında, konuşacak halimin olmadığını hissettim. İçimdeki yağış, akışın içinden geçmiş gibiydi. Korkmuştum. Derin bir nefes alıp karnının üzerinde öylece duran eline uzandım ve tuttum. Bu onu hafifçe gülümsettiğinde "garip," dedi "bu çok garip." Ben de ona hafifçe gülümsediğimde "ney?" diye mırıldandım. Bir cevap istedim ama bu kez o susmayı tercih etti.
O konuşurdu hep, ben susardım.
Ben susarak onu bile kaybetmiştim. Şimdi neden, neden o da susuyordu?
"Krizin ardından uyandığımda hep, aklımda hep geçmiş olurdu. Düşünürdüm, gözlerimin önünde hep acı olurdu. Şimdi, ilk seni gördüm. Yüzün, endişen, düşündüğüm tek şey yüzündeki endişeyi nasıl dindireceğim oldu." Saçımdan uzaklaşan parmak uçları yüzüme değdiğinde, titrek bir nefes aldım.
"Ama seni nasıl gülümsetebilirim bilmiyorum."
Elini yanağımdan çekip diğer elinin üstünde olan elimin üstüne koyduğunda, ikimiz de sessiz kaldık. Kafası karışıktı, gözleri başka bakıyordu. Düşünmüyorum dediği her şeyi düşünüyordu. Onun acısı bugündü, dündü, yarındı. Onun acısı, o gün doğmuş gibi yeniydi, tazeydi. Anlıyordum, anlamak beni korkutuyordu çünkü onu anlamak, onu susmaktı.
O ne yaparsa yapsın, susacak gibiydim.
Susmuştum.
Odanın kapısı açıldığında, Berk'in geldiğine emin olmak için o tarafa baktım. Yapılı vücudu tanınmayacak kadar kapalıydı ama ben, tanımıştım. Geciktiği için kısa bir an sinirlensem de, ağzımı bile açmadan Egemen'e döndüm. "Doktorla konuştum," dedi. Bunu konuşmuş olmak için henüz çok erkendi. "İstediğin zaman taburcu olabilirsin." Egemen başını olumlu anlamda salladığında başımı tekrar Berk'e çevirdim. "Halini görmüyor musun? Doktor nasıl izin verebilir?" Berk'in bakışları da o an ilk defa bana kaydığında, kaşlarını havya kaldırıp indirdi. Benden hoşlanmadığı her hareketinden belliydi ama ortak noktamızın olduğu gerçeği göz önündeydi, sevmese bile, görmek zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KABURGASI DOĞUŞTAN ÇATLAK
Teen FictionBende yirmi dört, sende yirmi bir. Aramızdaki üç sayının yarısı senin. Şimdi söyle bana, bir buçuğun tanımı nedir? * #genelkurgu'1 #gençkurgu'5