Hayatla tuttuğum güreşte kaçıncı kez sırtım yere geldi bilmiyorum. Kaçıncı kez elimden geleni yapıp kaybettim, yılmadan kalkıp bir daha yenildim? Yenilen pehlivan güreşe doymaz derler. Doymak demek intihar demekti ve ben biraz daha yersem patlayacaktım. Bu sıralar sürekli aklımda dolanan bu fikir beni eskisi gibi rahatsız etmiyordu. Etmemeliydi çünkü öyle bir durumda kıyıdan dönmek istemiyordum.
İçimde açılan onulmaz yaraların ilacını bulup da ona ulaşmaya çalıştığım anda yaptığım şeyin bana yarardan çok zarar getireceğini biliyordum. Hayat bana şöyle dedi: O ilacı haketmiyorsun. Şimdi öbür yanağını da çevir ki daha rahat tokatlayabileyim.
Hayatın bana söylediği şeyi yanlış anlamıştım. Yanağımı çevireceğime hayatın önünde domalmıştım resmen. Benim suçum muydu?
Eşcinsel olmayı ben seçmedim. Bu bir seçim değil. Acı çekmeyi ben istememiştim. Ailemden tarafından reddedilmeyi ben istememiştim. Bir kere yüzüme güler gibi yaptı hayat. Normale dönebileceğimi düşündürdü ama o da mümkün olmadı. Olamazdı da zaten. Yaşamak istediğim kısa süreli illüzyonu yaşadım ve bitti. Bitişinin hemen ardından da aşık olmayı başaramasam dahi alışkın olduğum kadını aldı. Şimdi ise hayatımda ilk kez bu kadar yüksek perdeden yaşadığım duygular, sanırım adına aşk deniyor, bir erkek tarafından bana bahşedilmişti. Yazık ki o erkeği bana bahşeden hayat, beni yine boşa düşürmüştü.
Birinin önüne hayatınızı seriyorsanız, basıp geçme ihtimalini göze almalıydınız. Aldım ama...
Gecenin bir yarısı İstanbul'a dönüyorduk. Yanımda boş koltuk, kafam camda, gözlerim elimdeki karton bardakta... 5. bardağı bitirirken dilimdeki yanıktan ziyade gönlümdeki kırıklar acı veriyordu. Kahvenin bile kapatamayacağı acılar vardı bu hayatta. Olsun diyerek 6. bardağı aldığımda Sinan ön taraftan kalkarak yanıma geldi.
-"Kafein bağımlısı oldun lan yavaş ol."
-"İyi gidiyor ya sen de ister misin?"
-"Yok istemez sağol. Sen niye bu kadar durgunlaştın?" Sesi meraklı geliyordu. Merak etmesine gerek yoktu çünkü öyle ya da böyle her şeyi anlatacaktım. Anlattıklarımın da henüz kestiremediğim bir sonucu olacaktı. Olsundu... Cevap vermeye yeltendiğimde sol kulağımda takılı olan kulaklıktan gelen melodiler derin hülyalara dalmamı sağlamıştı bile.
"Bakınca içim gittiğinden,
Göremeyince özlediğimden,
Her gün yolunu beklediğimden
Haberin yok, haberin yok."Bu rahatlatıcı ses bile bir tutam rahatlık sağlayamamıştı yorgun gönlüme. Sadece sol tarafımdan yükselen bir çığlığı hissediyordum. Sessiz bir çığlıktı bu. Yalnızca kulak verenlerin duyabileceği bir çığlık. Sinan bunu duymuş olsa gerek üzüntülü gözleri üstümdeydi.
-"Elif uyudu mu?"
-"Evet uyudu. Ama konuyu değiştirme, durgundun diyorduk. Neden?" Bir aralık sorusunu algılamaya çalıştım, kulağımda çalan şarkıyı hazmetmeye uğraşırken bir yandan onu düşünüp diğer yandan sorulanı cevaplamak zor bir işti. En azından benim için. Cevap vermem uzun sürünce boşta kalan kulaklığı kulağına geçirdi. O sırada gönlümde yüzen sözcükler şarkıda geçiyordu resmen.
"Vazgeç gönül ağlasan da gözünün yaşını silen yok.
Bu yüreğin ortasında kanayan yarayı saran yok."-"Behram... anlat abi. Anlat ki rahatla. Dayanamıyorum lan böyle susmana. Hani biz kardeştik? Hani hiçbir şeyini saklamayacaktın benden? Ha diyorsan ki 2 yılda kardeş mi olunur, ona bir şey diyemem." Herkesin zayıf noktaları vardı. Demagojiye dayanamazdım ben de. Tabi bu sefer mevzu bahis olan eşcinselliğimi en yakınımdaki insanlardan birine açıklamak olunca dayanamasam da direnmem gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ SEV KALBİMİ DEĞİL(EŞCİNSEL)
Short Storyİşte zihnimi yerle yeksan eden,geceleri uykumu kaçıran o soruyu sormuştu: "Eski sevgilinin kalbini taşıdığım için mi tüm bunlar?!" Buna cevap veremezdim. Aynı soruyu haftalardır kendime sorup cevap alamazken,yahut cevaptan kaçarken,ona nasıl...