Evvet arkadaşlar yine buradayız. Bölüme başlamadan evvel, çocuk diyaloğunum bulunduğu kısımdaki replikler sahte gelmesin cidden öyle konuşuyor değişik tatlı varlıklar :)) İyi okumalar.
Güz mevsimi veda edip yerini bahara bırakırken arkasında iki değişik olay bıraktı. Birini zaten biliyorsunuz da, ötekini de birazdan öğreneceksiniz, aslında öğrenmeseniz de olur. Ama yine de öğrenin. Garip diyorum çünkü garip.
Şimdi masada oturmuş, uzun süredir hiç olmadığım kadar keyifli bir şekilde çayımı yudumlarken karşımda her şeyden habersiz iki kişi oturuyor. Yanımda da sevdiceğim. Evet sevdiceğim beğenemediniz mi? Eski kafalıyım belki kroyum ama ne yapayım be abi? Seviyorum.
Yarısına gelmiş ince belli zarif bardağımdaki kızılca renge çalan çaya baktığımda aklıma Toprak'ın dudaklarının gelmesi elbette ki beynime bayrak diken kalbimin bir oyunuydu. Sanırsın Cengiz Han, aman ne oyun ama.
Çayımdan son yudumu alıp bardağımı masanın üstüne koyduktan sonra dirseklerimi masaya koyup Toprak'a dönerek şöyle şeytani bir gülüşle birlikte göz kırpıverdim. Ellerimi göğsümün önünde birleştirip karşımdaki iki gence gözlerimi diktim.
Sessizce kahvaltılarını yapıyorlar, ne bize ne de birbirlerine bakıyorlardı. Şeytani gülümsememi bir kez daha yüzüme yerleştirerek masada süregelen sessizliği bozdum.
-"Eee Sinan, Ceyhun seni daha rahat bir yerde yatırabildi mi? Koltukta yatmayacağım diye gidip de orada koltukta yattıysan darılırım bak."
Sözlerimi bitirmemle iki kafa önce ağır bir şekilde kafalarını çevirip birbirine baktı. Hadi canım arsız Sinan kızarmış olamazdı değil mi? İçimden gözlerime "Ya bisssiktir git." dediğimde bana oyun oynadığını zannediyordum. Ancak saniyeler içinde bunun gayet de mümkün olduğu hadisesi gözümün önünde vukuu bulmuştu. Sinan utanmıştı ve Ceyhun'un ondan herhangi bir farkı yoktu. Çok güzelsiniz gençler. O kadar güzelsiniz ki, yani nasıl diyeyim böyle; hani ilk kez gittiğin sahil kasabasında masmavi denizi ve altın kumlu kumsalı görünce içine devyarâsa bir heyecan doluverir de bir anlık hayal alemine geçersin ya, öyle hissediyordum. Herkes, herkes mutlu olmalıydı. Herkes aşık olmalıydı ve en çok da sevdiklerimin mutluluğu beni bu denli mutlu ederdi.
Bu hayatın en önemli kısmı bence, başkasının mutluluğundan kendine pay çıkarmak. Öyle saf bir his ki bu, kötü insanlarca hiç dokunulamayacak. Çünkü kötü insanlar, başkasının mutluluğundan yalnızca haset çıkarırlar. Şimdi ben iyi miyim, bilmiyorum. Ama mutlu olduğum kesin.
-"Ee..evet. Rahat rahat uyuduk, yani uyudum sabaha kadar."
-"Ceyhun'u koltuğa mı attın yani? Ne kadar ayıp dağdan gelip bağdakini kovuyorsun." Gülerek Toprak'a baktığımda o da elini ağzının önüne siper etmişti. Olmaz da, hani belki kafalarını kaldırmaya cesaret edip gülüşlerimizi görürse diye. Edemediler, ben de çok kurcalamadım. Sonuçta bunu Sinan'ın karşısına çıkarmak benim görevim sayılırdı, hep o mu bana iyilik yapacak canım? Gerçi bu aslen şantajdı ama olsundu.
Hala olayı hazmedemeyen tarafım, gördüğü basit görüntüyü kabul etmekte zorluk çekiyordu. Bir kez daha o ana gittiğinde beynim, bardağa bakar halde dalıvermişim.
*
-"Peki Ceyhun'un evinin anahtarlarını alabilir miyiz? Uyuyorlarsa da uyandıralım hem kahvaltı için. Öğlen oldu neredeyse." Bir sürelik düşünmeden sonra minik ofisine girip bize yedek bir anahtar uzattı.-"Ceyhun kızarsa sorumlusu sizsiniz bakın çocuklar. Kedi gibi bakıp Bekir amcayı kandırdık dersiniz. Ben karışmam. Anahtarı da hemen geri getirin oldu mu?" Sevimli bir şekilde konuştuğunda minnettar bir bakış kapladı yüzümüzü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ SEV KALBİMİ DEĞİL(EŞCİNSEL)
Kurzgeschichtenİşte zihnimi yerle yeksan eden,geceleri uykumu kaçıran o soruyu sormuştu: "Eski sevgilinin kalbini taşıdığım için mi tüm bunlar?!" Buna cevap veremezdim. Aynı soruyu haftalardır kendime sorup cevap alamazken,yahut cevaptan kaçarken,ona nasıl...