Hastalık kötü birisi. Hele ki dertler derya olmuş üstüne çullanıyorsa altından kalkmaman için uğraşan bir düşmana dönüşüyor hastalık. Ama hata bendeydi. Sen aptal mısın da İstanbul'da soğuk sonbahar gecesini sokakta, hem de denizin dibinde rüzgarın insanı titrettiği bir yerde geçiriyorsun?
Evet 2 gün evvel yaptığım aptallığın cezasıydı bu hal. Psikolojik çöküntünün üstüne gelen hastalık. Emin olun şu an duygulardan arınmış boş bir kutu gibiydim. Ne acı hissediyor ne bir sebepten mutlu olabiliyordum. Gülümseme desen hak getire. Onun olması tüm evreni rahatsız ederdi zaten.
Her neyse düne göre yine iyiyim. Saat öğlen 1'i vurmuştu ve ben sabahleyin gelen aramadan sonra ne yapacağımı düşünüyordum. Dışarda hafifçe çiseleyen yağmur ,kara bulutlar ve bomboş,duygudan arındırılmış bir kafa açıkçası sağlıklı düşünmeye pek de elvermiyordu. Engin amca, tamamen aklımdan çıkan bir olayı hatırlatmıştı bana. Selin'den alınan organlar ,izin prosedürlerinin tamamlanmasından hemen sonra nakil bekleyen hastalara yetiştirilmiş ,derhal ameliyata alınmışlardı. Sonuçta haftalar sonra bugün itibariyle tüm hastaların yoğun bakımdan çıktıklarını öğrenmiş ve hastaları görmem için davet edilmiştim Fatma abla tarafından.
Engin amca ve Fatma abla bunun bana iyi geleceğini düşümüş olsalar gerek ancak ben kararsızdım. Hiç gitmemek ihtimali kafamda daha ağır basıyordu yine. Nedense sürekli bir kaçış halinde olmanın beni acılarımdan kurtaracağı yanılgısına düşüyordum. Kurtarmıyor arkadaşlar,tecrübeyle sabit.
Sabahtan beri süren düşünme hali yağmurun hızlanmasıyla bölünmüş ve ben yine yağmur damlalarını buğulu camın ardından boş bakışlarla izlemeye başlamıştım. Ne yapacağım belliydi aslında. Oraya gidecek ve o insanları görüp bir nebze olsun onlara destek olacak,iyileşmelerine tanık olacaktım. İnsanî bir durumdu ayrıca. Önce sıcak bir çorba içmem üstüne de ilacımı almam lazımdı. Yoksa hastalara destek olayım derken asıl ben hastalığa dûçâr olacaktım.
***Saat öğlen 2 idi. İstanbul'un hüzünlü ama mağrur esintisi göz kapaklarımı okşarken yağan yağmurun bıraktığı o enfes toprak kokusunu ciğerlerime nakış nakış işlemek için derince çektim içime. İşte yağmurun en sevdiğim kısmı. Yorucu fikirlerden bir an olsun beni uzaklaştıran bu kokuyu parfüm olarak satsalar ilk müşterisi olurdum. Hadi ama,dünyada böyle başka bir koku var mıydı?
Kokuyu içime çekerken fark etmeden hastaneye varmıştım. Önceden aldığım bilgiler kafamda tekrarlandı.
Böbrek ve kalp nakilleri burada, İstanbul'daki hastalara, pankreas Eskişehir'deki bir hastaya,karaciğer ise Bursa'daki bir hastaya yapılmıştı.
Bu hastanedeki 2 hastayı ziyaret edecektik. Fatma abla ve Engin amca hastane kantininde beni bekliyor olmalıydılar.Önce hastaların yerini öğrenmek için sekretere gideyim diye düşündüm. Hastane koridorunda rastgele etrafa bakınarak yürürken krem rengi bir kapı ve bir parça camla koridordan ayrılmış odaya çarptı gözüm. Daha doğrusu içerde yatana. Aklıma bir soru düştü. Bu hastanede meleğin ne işi vardı?
Takılı kaldım orada dakikalarca.Gördüğüm şey gerçekten iç açıcıydı. Öyle masum bir duruşu vardı ki. Hemşire serumunun borusuna iğneyle bilmediğim bir madde katarken yüzü cama dönük bir şekilde uyuyordu genç. Hemen hemen benim yaşlarımda, sarı saçlara, ilk bakışta gözüme takılan minicik bir burna, ince dudaklara sahipti. Buğday teni sarı saçlarla hafiften tezat dursa da bu çok ayrı bir hava katmıştı cılız bedenine. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre dikilip izledikten sonra oraya ne için geldiğimi hatırladım. Ne yapıyordum ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ SEV KALBİMİ DEĞİL(EŞCİNSEL)
Cerita Pendekİşte zihnimi yerle yeksan eden,geceleri uykumu kaçıran o soruyu sormuştu: "Eski sevgilinin kalbini taşıdığım için mi tüm bunlar?!" Buna cevap veremezdim. Aynı soruyu haftalardır kendime sorup cevap alamazken,yahut cevaptan kaçarken,ona nasıl...