Merhaba arkadaşlar, öncelikle hoşbuldum ve uzun süren yokluğumdan dolayı özür diliyorum, yani aranızda umursayan var mı hala bilmiyorum ama :). Geldim, gidiyorum ve bundan sonraki bölüm ne zaman gelir bilmiyorum. Açıkçası bu bölümü final olarak düşünüyorum ve bundan başka bir özel bölüm yazmayı düşünüyorum ama bundan sonra biri final biri özel olmak üzere 2 bölüm de gelebilir, hala karar verebilmiş değilim ne yazık ki :/ Bu arada bölüm Sinan ve Ceyhun'un eksik geçmişine değiniyor ufaktan, iyi okumalar.
Hızlı ve sert girişleri severim, olaya tabii. Beynimde hamallığını yapmakla mükellef olduğum düşünceler, gönlümde hafiften buruk bir sızı ve ağrıyan bir bel ile çalışmaktayken ansızın kafeye giren Ceyhun ise sevdiğim tarzın tam tersine bir duruş sergiliyor, beni çıldırtmak istermişçesine konuşmaya hazırlanıyordu sözde. Ağırdan alarak kafeye girdiğinde yüzünde gördüğüm gurbet müptelası ve özlem yüklü ifadenin sahibini tahmin ediyor, daha doğrusu biliyordum. Girer girmez verdiği selam dışında başka bir söz söylemeden camın kenarındaki masaya kurulmuş, acı Türk kahvesini kendisine eziyet etmek istermişçesine nefeslene nefeslene içiyordu. Karşısına oturmuş dakikalardır etmesini beklediğim sözleri duymak için sabırsızlanan ben ve karşımda bir o kadar umarsız oturan Ceyhun. İş cidden can sıkıcı bir hal almaya başladığında konuştum.
-"Konuşmayacak mısın?"
-"Kahve güzel olmuş. Sevdim." Bir iç çekti derininden. Ceyhun'u garda gördüğüm o ilk andan itibaren kendisinde gördüğüm tüm özellikler birer birer yitmişti gözümün önünde bir nefeslik süre içerisinde sanki.
-"Ben de severim ama, kahveden önce gelen şeyler var. Mutlu olman gibi." İmalı bir şekilde bakarak konuştuğumda arka masadan gelen ses ikimizi de güldürdü.
-"Ooo büyük laf üstad." Merve'nin kalınlaştırmaya çalıştığı sesi kulaklarımı tırmalarken gülümsememi bölen şey Ceyhun'un tekrardan düşen yüzü oldu.
-"Merveciğim." Dedim sonunu uzatarak.
-"Efendim canıım."
-"Sen bizi mi dinliyorsun lan kaşar?" Merve'yle samimiyetimize binaen ona böyle rahatça sataşabiliyordum ancak Merve bu, karşılıksız bırakır mı hiç hanımefendi? Konuştuktan sonra Ceyhun'un iki kaşının birden havalanıp gözlerinin açılması benim için ahirete giden yolun başlangıcına bir işaretti. Kısa bir sessizlikten sonra kafamda hissettiğim acı ve daha sonra duyduğum ayakkabı sesiydi. Evet arkadaşlar önce terlik geldi daha sonra sesi.
-"Aaahhh kafam." Acıyla elimi ayakkabının vurduğu alnımın çatısına götürdüğümde hayretle ayaklanıp silahını almaya gelen kıza baktım. Resmen süpersonik bir silahtı elindeki.
-"Ulan koca devletler bu silahı elde etmek için milyarlarca lira harcıyorlar kızım nereden geliyor bu yetenek bedavaya." Hala elim alnımdayken konuştum. Ceyhun ise halimize gülüyor, bir bana bakıyor bir de kulağımdan tutup çekiştiren Merve'ye dönüyordu şaşkınca. Kısa süren şakalaşmadan sonra kendi minik acılarımı bir kenara bırakmış Ceyhun'a dönmüştüm. O da kahvesini bitirmiş, Merve üstünü değiştirmeye içeriye gittiğinde ağzından çıkacak kelimeleri hazır etmişti .
-"Konuş artık ya iliğimi kemiğimi sömürdün darlanıyorum bak."
-"Konuşayım da ne konuşayım? Hem ben buraya konuşmaya değil vedalaşmaya geldim Behram. Gidiyorum İzmir'e geri. Uzun bir tatildi, bitti." Sesindeki hüznün tınısı canının ne denli yandığının bir nevi nişanesi gibiydi.
-"Haberim var." Dedim üzgünce, çok şey anlatmak istiyordum ama biliyordum ki etkisi olmayacaktı. Sinan'ın bir sözüne bakardı da bu iş, ben kitaplar yazsam ikna edemezdim, biliyorum, yaşadım çünkü. "Sinan yüzünden değil mi? Niye kavga ettiniz anlat bakalım. Belki gitmekten de vazgeçersin." Sinan'ın ismini duyunca kızaran yüzü ve çatılan kaşları anlatıyordu her şeyi zaten, kendisinin bir şey anlatmasına gerek yoktu hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ SEV KALBİMİ DEĞİL(EŞCİNSEL)
Short Storyİşte zihnimi yerle yeksan eden,geceleri uykumu kaçıran o soruyu sormuştu: "Eski sevgilinin kalbini taşıdığım için mi tüm bunlar?!" Buna cevap veremezdim. Aynı soruyu haftalardır kendime sorup cevap alamazken,yahut cevaptan kaçarken,ona nasıl...