Bu yol uzun ırak, varılacak mutlak... Şu korkuyu çıkar at, gürül gürül hayat.
...Üniversiteler için hazırlanan Reform Tasarısı üzerine görüşmeler halen sürüyor. Tasarıya göre, olay yaratan, üniversiteden ya devamlı, ya da geçici olarak çıkarılacak.
Çay kaşığını bardağın içinde döndürürken bir yandan radyoya kulak vermişti Tahsin. Duydukları, duymayı umduklarından farklı değildi ya... Suat da oturduğu taburede öne doğru eğilmiş, dirsekleri dizlerinde, parmaklarının arasında bir çay kaşığını evirip çevirirken, aklı radyoda söylenenlerden uzaktaymış gibi bir dalgınlığın içinde suskundu.
"Dedim ben bak..." dedi Tahsin çay kaşığını tabağın yanına bırakırken. "Alelacele yürürlüğe koyacaklar şimdi." Sessiz kaldığını görünce başını çevirip Suat'ın yüzüne baktı. "Hayırdır oğlum senin bu halin?" diye sordu nihayet, akşamüstünden beri gelen bu sükûnete katlanamayarak. Çocuğun üzerine çöken bu sessiz, sakin hale alışık değildi; zira onu her vaziyette canlı, hareketli, atik görürdü. İşin özü, şimdiki bu sessizliği neye yoracağını da az çok anlamıştı ya; o kızın neden öyle bir tavırla kaçar gibi, hatta biraz da öfkelenmiş olarak gittiğini sorması üzerine Suat sessiz kalınca pek üstelememişti konuyu. Fakat belli ki bu deli oğlanın gönlüne bir haller oluyordu.
"Bir şey yok abi," dedi Suat durduğu pozisyondan aniden doğrularak. Başını iki yana sallarken zoraki gülümsedi. Tahsin onu, hangi gülümsemesinin Zıpır Suat gülümsemesi olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu. Elini çocuğun dizine koydu. "Kimdi o kız?"
Suat gözlerini kaçırdı, "Hangi kız abi?"
"Yapma şimdi Suat," diye güldü Tahsin elini koyduğu dize üst üste iki kez vurarak. "Sen de iyice saf belledin bizi."
"Estağfurullah abim," dedi Suat başını alçakgönüllülükle eğip kaldırırken. "İnan olsun, öyle bir mesele değil. Hem zaten..." Gözlerini indirdi, bir yandan mahcup gülümsüyordu. "...o kim, ben kim abi? Bilsen şaşarsın... Şu Beyliceler yok mu? Fabrikaları var hani... Ne fabrikasıydı?"
"Giyim olması lazım. Tekstil."
"Hah işte o... Abi, Allah aşkına..." Hiç ümidi yokmuş gibi sönük bir tebessümdü dudağındaki. "Aklın alır mı öyle bir şeyi?"
"Sevdayı akıl almaz ki be Suat," dedi Tahsin, şimdi dizini değil, omzunu sıkıyordu Suat'ın. Yüreklendirmek ister gibi. Oysa Suat yüreklenmiş gibi değil, ürkmüş gibi görünüyordu. Sevdadan söz etmek için erken değil miydi? Ne yaşanmıştı henüz? Tahsin'se onun tereddüdünü fark etmemiş olarak, belki biraz da kendi eski dertleriyle içlendiğinden, konuşmayı sürdürdü, "Sen hiç gördün mü, seni tüm aklımla seviyorum diyeni?" İstemsizce güldü Suat, bu seferki içtendi. "Seni tüm kalbimle seviyorum, derler. Bilirler ki akıl almaz... Kalbe yüklerler vazifeyi. Oysa o garibanın da tek vazifesi kan pompalamak..." Şimdi Tahsin de kendi lafına güldü.
"Yok abi, ne sevdası?" dedi Suat çayına uzanırken. Bir yudum aldı, bardakla yüzündeki o garip kırık ifadeyi perdeleyerek. Sonra konuyu değiştirmek ister gibi, "Yalnız sen de şair olacak adammışsın be abim..." diye güldü. "Bu lafları vaktiyle Zeliha Abla'ya diyeymişsin, Murat Abi'ye kaptırmazmışsın onu." Bir an durdu ve saniyeler içinde Tahsin'in yüzünden eksilen gülümsemeyi izlerken idrak etti ne büyük gaf yaptığını. Tahsin gözlerini indirmişti. "Abi pardon ya..." dedi Suat utanarak. "Kusuruma bakma, sen bilirsin, benim dilimin kemiği yoktur."
"Boş ver Suat," dedi Tahsin. "Sen bakma benim sevda lafı ettiğime." Yarı soğumuş çayını dikledi. Boş bardağı çay tabağına gürültüyle bıraktı. "O defter kapandı aslanım." Yerinden kalktı. "Ben gideyim, seni de evden beklerler. Hadi eyvallah."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...