Bölüm 30

11.2K 366 730
                                    

Sıcak bir ev özlemişim

Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler

EKİM, 1971

Eylülün yazdan kalma sıcaklığı geride kalmıştı; havalar soğumaya, gökyüzü grimsi bulutlarla dolmaya ve gün daha erken kapanmaya başlıyor, Akademi'nin kantininin, bir ay öncesinde olduğunun tersine, bahçesinden daha kalabalık olduğu fark ediliyordu. Burası rengârenk veya tuhaf giyimli insanlarla en sadelerin, omzuna bir enstrüman çantası asanlarla elinde bir resim veya mimar çantası taşıyanların, gürültülü biçimde konuşup gülüşen ve tüm dikkati üstüne çekenlerle köşesinde sessizce laflayan veya kitap okuyanların, çay kahve içip tost yiyen, politika konuşan, politika ve sanat konuşan, asla politika konuşmayan insanların toplandığı, her nedense kahkahaların hiç susmadığı, şen ve coşkulu havasıyla gerçek bir insan mozaiğiydi. Dersliklerde, atölyelerde veya koridorlarda aslında hiç de öyle katı bir nizam yoktu; Akademi iki sene önce çıkan bir kanunla bağımsızlaştığından beri öğretim elemanları da, öğrenciler de ülkenin geri kalan akademi tabanı tarafından kıskanılacak bir özgürlüğe kavuşmuştu ama yine de kantinin sunduğu, özgürlüklerin üstünde bir özgürlüktü: Öğrenciler burada iyice gevşiyor, lakaytlaşıyor, müstehcen konuşuyor veya sınırsızca flörtleşiyor ve tüm bu aşkınlıkların, yaratıcılık kapasitelerinin bir göstergesi olduğuna inanıyorlardı.

Üst sınıflardaki delikanlıların gözleri birinci sınıfa başlamış genç kızları her nasıl oluyorsa büyük bir ustalıkla keşfediyor ve bu keşiften memnun olan genç kızların yüzünden gülümseme, masasından bir ısmarlama çay eksik olmuyordu. Okul başlayalı bir ay olmuştu ve üniversite denilen bu ortamda hayat, hız ve hareketle doluydu.

Mustafa önündeki çayı soğumuş mu diye eliyle şöyle bir yokladı. "Komünizm teorik olarak mantıklı olabilir ama pratikte bir karşılığının olması zor bence," dedi doğrudan Beren'e bakarak. Bu konuyla en çok onun ilgileneceğini düşünmüştü. "Hayat öyle işlemiyor." Kızın gözlerinin ona baktığını ama o gözlerde pek de bir ilginin olmadığını görüyordu; çoğu zaman olduğu gibi yine düşünceli, bulutluydu. Masadaki diğerlerine döndü. "Meseleye biraz da evrimsel açıdan yaklaşmak gerekmez mi; doğanın kendi içinde bir işleyişi var, öyle değil mi, büyük balık küçük balığı yer..."

"Bunu gerçekten söyledin mi?" dedi İclal şaşkınlıkla ve onu ciddiye almaz bir gülüşle. Beren'in en yakın arkadaşıydı ve şimdi hemen yanında oturuyordu. "Bu artık bir argüman bile değil. Doğanın işleyişini kendi elimizle eğip bükmeyi bilmişiz. Uygarlığın başlangıcından beri doğayı denetlemeye çalışıyoruz. O zaman büyük balığa küçük balığı yememeyi de öğretelim bir zahmet!" Aslında keskin ideolojik eğilimleri olmayan bir kızdı; onun daha çok doğaya ve edebiyata yönelik ilgileri vardı, belki Beren'in de çok katı bir sosyalist olmamasının bıraktığı o açık kapıda, özgürlük ve barış arayışlarında, resme ve edebiyata olan sevgilerinde ortaklaşarak iyi anlaşmışlardı. Üstelik birbirlerindeki farklılıkları da sevmişlerdi; Beren onun tarzını, renkli ve garip giyim kuşamını, İclal ise onun burjuvazi kültürün içinden bir sosyalist olarak çıkmaktaki cesaretini ve kural tanımazlığını.

Tuncay bir yanında oturan Mustafa'ya, "Doğru söylüyor," diyerek İclal'i onayladı. "Burası senin vahşi doğan değil. Senin dediğine gelirsek insanın hayvandan ne farkı kalır?"

İclal yeni bir polemik başlattı: "Yalnız kendimize de fazla kıymet biçmeyelim. Neticede biz de birer hayvanız. Aristoteles'in de dediği gibi: Politik bir hayvan."

"Politik kısmının altını çizmekte fayda var o zaman."

"Onu inkâr etmiyorum canım; uygarlık derken bundan bahsediyordum."

Nereye Uçar Turnalar?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin