Bakmaya doyamazdım, sen bakıp da görmezdin.
Ah... Davranabilseydim, beni yakıp da gidemezdin.
Diğer akşamlardan daha farklı bir akşam değildi Suatların evinin üzerine çöken. Bir yanda sofranın kurulmasının hengâmesi, diğer yanda çocukların koşuşturması, teyzesinin tüm o tez canlılığıyla büyük oğluna "Faruuk, gel hele şu siniyi sofaya koyuver!" diye seslenişi, eniştesinin Tarık'la Zehra'yı, "Tepişmeyin, gidin ananıza yardım edin!" diye fırçalaması... Bütün bu alışılmış akşam gelenekleri arasında Suat kendini her şeyden soyutlamış gibiydi; oturduğu eski kanepede arkasına yaslanmış, başını geriye atıp ardındaki duvara dayamış, gözleri tavanda, son zamanlarda pek sık içine çekildiği düşsel dünyasına dalıp gitmişti. Ne gündü ama... Her bir an tekrar canlanıyordu zihninde. Kapalıçarşı'nın girişinde kızı gördüğü o ilk andan, tramvaya bindirişine dek... Bütün ince detaylardan örülü bir hatırlayış. Teyp almak istemesi en başta... O gün eczanede yaptıkları konuşmayı anımsadı. Beren'e babası için, "Teyp almana müsaade etmez mi?" diye soruşunu, kızı sinir etmek isteyerek, "Bakkala falan da salmıyorlardır seni," diye takılışını, sonra onun, "Daha ne kadar abartabilirsin acaba?" diye göz devirişini... Demek her lafı etkiliyordu Beren'i. Gülümsedi Suat. Beren'in başka bir âlemden gelmişçesine her şeye yabancı oluşunu, hiç bilmediği bir yerdeki o tatlı şaşkınlığını, pek çok konudaki acemiliğini hatırlıyordu. Artık daha yakından tanıyordu onu. Birkaç karşılaşmalarının bütününde ne kadar değiştiğini görüyordu, ne kadar değişmediğini de... Onu izlemek güzeldi, emekleyen bir çocuğu izlemek gibi, ilk adımlarına şahit olmayı heyecanla beklemek gibi. Gülümseyişi vardı bir de; sanki bütün ihtimalleri olur kılarmış gibi ümit verici, geceyi gün edermiş gibi güneşimsi.
Birden hatırına yine o yüz lira meselesinin gelmesiyle soldu yüzündeki tebessüm. Yan yana durdukları anda bile aralarına uçurumlar girerken, nereye kadardı bu... Bu şey? Başını duvardan çekip önüne baktığında bir kez daha kızın ellerini gördü kendi elinde. Niye basitçe sıkmamıştı da, sanki şey gibi... Sanki özel bir şeymiş gibi ihtimamla tutmuş, hatta bir de okşamıştı? Belki hakikaten özel bir şeydi... Belki boşuna değildi Suat'ın onun gülümseyişinde bulduğu ümit. Uzak ve zayıf bir ihtimal nasıl da yakın ve mümkün görünüyordu şimdi elinde kızın dokunuşu hâlâ tazeyken... Geldiğinden beri yıkamamıştı elini, hiç değilse yemeğe kadar biraz böyle kalsındı. O dokunuş sanki suyla silinip gidecekti, öyle çocuksu bir korku... Nasıl aptala döndüğünün, kızı dünyaya döndürmeye çabalarken kendisinin dünyadan nasıl uzaklaştığının farkında değildi Suat.
"Ne o oğlum, eline bir şey mi oldu?" diye soran eniştesinin sesiyle ürkerek, elini ani bir tavırla bacağına bıraktı. "Kavga neyin etmedin inşallah?" diye sordu adam yarı buçuk endişeli. Nereden bilecekti ki çocuğun eline dalgın dalgın bakması, elini sakatlamasından, can acısından filan değil, aksine, o elin bugüne dek hiç duyumsamadığı kadar güzel bir dokunuşa şahit olmasındandı...
"Y-yok enişte," dedi Suat başını iki yana sallarken. Yere konmuş olan siniyi, küçük Zehra'nın dizdiği tabakları görünce anladı sahiden epey dalmış olduğunu. Bir an Asım'ın haklı olmasından endişe etti. Bir kızı düşünmek bu kadar koparmamalıydı insanı dünyadan...
"Aman oğlum, aman..." diyordu eniştesi bir yandan. "Sakın ola bulaşmayasın o işlere. Bak görüyorsun memleketin halini... Okulda bir belaya karışırsın, sonra bir mimlenirsin, Allah göstermesin."
Suat dudaklarını birbirine bastırırken başını usulca salladı. "Tabii enişte, merak etme sen." O esnada büyük oğlan Faruk gelip karşısına oturmuştu. Hafifçe gülümseyip göz kırptı çocuğa Suat; bu evdeki tek sırdaşı, küçük kafadarı, on altısında bir oğlan. Suat Abi'sinin kitaplarını okumaya meraklı, akıllı, duyarlı bir çocuktu. O da Suat'a gülümsedi gözlerinde ortak bir gururla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...