Doğarken ağladı insan
Bu son olsun, bu son.
Neresi olduğunu bilmediği ama hayal meyal tanıdık bir sokakta, bir eli Suat'ın avucunun içinde, gittiği yolu çok iyi bildiğinden emin olduğu için ona nerede olduklarını, nereye gittiklerini bile sormadan, teslimiyetle yürüyordu. Sokakta iç karartan ağır bir sessizlik, bir de sanki adımlarını yavaşlatan bir şey vardı. Suat'ın yüzüne baktı, ona bakmayan gözlerinde sıkıntı gördü. Biraz sonra çelik gibi bir sesin bağırışını duyduğunda, o sesin sahibinin hiddetli yüzünü belli belirsiz gördüğünde, hâlâ alabildiğine yürüyorlar mıydı, yoksa köşeyi mi dönmekteydiler, bunu bile seçemeyeceği bir muğlaklığın içindeydi. Sesin suçlayıcı tınısı kısa bir şeyler söylüyordu. "Onlar! Onlar işte! Oradalar! Kaçıyorlar!" Sahiden kaçıyorlar mıydı? O an fark etti koşmakta olduğunu. Suat'ınkine yapışmış olan elini gördü. Hiçbir şey açıkça söylenmeden ancak bu kadar anlaşılır olabilirdi. O anın içinde, yaşanılan o şeyde anlam kendiliğinden mevcuttu.
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi.
Sıçrayarak uyandı. Dirseklerinin üzerinde yarı doğrulmuş pozisyonda kalıp yarı aydınlık odayı izledi, belli ki şafak söküyordu. İnsanın zihninde en derinlere gömmeye, saklamaya çalıştığı tüm o yaşantılar ne hikmetse uykunun tam da şafağa isabet eden vaktinde belirirdi. Sanki onlar da doğayla beraber önlenemez biçimde uyanıyorlardı. Beren, hızla ve korkuyla soluk alıp verirken kâbusunda yankılanıp duran o sesi hâlâ duyar gibiydi. Onlar! Oradalar! Kaçıyorlar!
İçinde yakalanacaklarına dair bir korku büyütüyor, günler de, haftalar da geçse o geceden kalma bir şeylerin onların izini süreceğine inanıyordu. Bunu Suat'la paylaşmadı, Asım'la zaten paylaşamazdı. Ayla'yla da elbette –ona hikâyeyi tam olarak anlatmamıştı bile. Korkusu sessizdi, biraz da, dillendirirse gerçeğe döner sanısındandı belki; susup yalnızca sevgilisinin, ailesinin veya arkadaşının -hatta artık Asım da onun için gerçekten bir arkadaşa dönüştüğünden çoğul söylemek lazım gelirdi- arkadaşlarının varlığına sığınıyor, kâbus günlerin bitmesini bekliyordu.
Ablasının yatağına doğru bir bakış attı. Onun her şeyden habersiz uyuyuşu bile güven verici, sakinleştirici bir işlev görmüş, kızı biraz sonra rüyasındaki o adamlar, o gecedeki o adamlar tarafından yakalanmayacağına ikna etmişti sanki. Beren başını yastığına bıraktı, üzerindeki örtüye sıkıca sarındı. Suat yanımda olsaydı, diye geçirdi içinden, rüyasındaki o sıkıntılı halini değil, sıcak, teselli edici bakışını hatırlamaya, yeniden uykuya dalarken bunu düşünmeye çalıştı. Ses hâlâ çok yakındı. Ses, kafasının içindeydi. Onlar işte, diyordu. Oradalar! Kaçıyorlar!
"Evet, ama ne yapsaydık..." dedi kafasındaki sese, kafasının içinden. Suat'la ettiği ilk kavgayı hatırladı. "Biz oradan kaçtık. Kaçtık, Suat..." deyişini. "Ne yapabilirdik başka? Ha?" diyordu Suat. Ne çok ses vardı. Ne çok öfke, ne çok savunma. Düşünmeyi bıraktı; yeniden uykuya dalmadan önce son kez dua etti, ölen çocuk için, Asım için, kendisi ve Suat için. Duası bittiğinde tuhaf bir duyguyla affedildiğini hissetti. Belki de zannetti. Samimi bir vicdan azabından daha güzel bir özür olamazdı.
*****
Tahsin ve Suat sabahın erken sayılacak bir vaktinde, içinde iki ekmek, biraz kahvaltılık, biraz şeker olan torbalarla Asım'ın evine doğru yürüyorlardı. Dün akşam Suat'ın eczaneyi kapatmasının ardından beraber sahile inmiş, kuytuda birer bira içerken uzun zamandır etmeye zaman, fırsat bulamadıkları muhabbetlere dalmışlardı. Asım'la beraber iyi bir üçlü oldukları doğruydu ama Asım'ın dışında, yalnız iki kişiyken de gerçek bir abi-kardeş gibiydiler. Bunda biraz da Asım'ın yanında pek konuşamaz olmalarının payı vardı. Hem hepsinin zihninde, sürekli ertelenen ve düşünülmeyi bekleyen fikirler dağ gibi yığılıyorken, değil bu olay üzerine konuşmak, havadan sudan söz etmek bile zorlaşmıştı. Suat öyle sakin ve zamanın akışını uysallıkla, sabırla izleyen bir yerdeydi ve Tahsin de öyle düşünceliydi ki, ikisi de kendinde Asım'ın ruhundaki sessizliği, içe dönüklüğü, kapalılığı kırmaya çabalayacak gücü bulamıyordu. İşte dün akşam sanki üstünde durmaları gereken asıl mesele buymuş gibi hissederek şu mevzuu bir kez daha açmak istemişler, olayı Asım'ın gıyabında uzun uzun konuşmuşlar, gece uzadıkça uzamış, kalkıp birer bira daha almışlar, sonra aynı lafları edip durmuşlardı. Tahsin bir ara Suat'a, "Bir şey sorayım sana," demişti. "Bak şurada abi-kardeş oturuyoruz, dürüst ol bana; bu olayda kendini gerçekten, gerçekten suçladın mı? Yoksa içten içe suçu Asım'da bulup da... Hani ona borçlu hissettiğinden mi desem, anladın işte, bu yüzden mi suçu onunla bölüşür gibi konuşuyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...