Ah, küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini
Ah, yakarlar seni, dönmezsin bir daha geri
Bulutlu sabahın soluk ışığı, Beyoğlu'nun ara sokaklarından birindeki o pansiyon binasının perdeyle tamamen örtülü bir penceresine vuruyor, içeri sızmaya, köşedeki ufacık yatakta birbirine sokulmuş yatan aşk ve mutluluk yorgunu bedenlere düşmeye çalışıyordu. Aynı esnada o iki genç ve çıplak beden örtünün altında uyuşuk ve uykulu, bilinçten ve amaçlılıktan yoksun ve yumuşacık bir biçimde birbirine çarpıyor, karışıyor, dolaşıyordu. Bütün bir gece akıllarını ve fikirlerini birbirlerinde yitirmek, ötekine dair her yeniyi, kusuru ve kusursuzluğu ezberlemek, tüm o şaşkınlıkları sevgiyle ve şehvetle bilindiğe dönüştürmek istercesine sevişip oynaşmış ve sonunda yorgun düşüp birbirlerinin kollarında, sessiz soluklarında dünyanın en huzurlu uykusuna çekilmişlerdi. Suat Beren'i uyutmak için kızın sırtını usul usul okşarken, onun parmaklarının saçları arasında belirsizce dolaşmasının masajıyla ondan önce dalıp gitmiş, Beren de yüzünde sevecen bir tebessüm, çıplak vücuduna sarılı bir kolun altında, aynı biçimde çıplak o bedene sokularak gözlerini yummuştu.
Şimdi gözleri usulca aralandığında Beren, kirpiklerinin arasından huzurlu bir adamın tatlı ve bihaber uykusunu gördü; geceki son tebessüm sabahki ilk tebessüm olup yüzüne yayıldı ve kızın zihni bütün bir gecenin anılarının, öpüşlerinin, dokunuşlarının, sevgi dolu fısıldaşma ve gülüşmelerinin, utanç, korku ve heyecanlarının, sonra hepsinin birbiri için yanıp tutuşan bedenlerinde eriyişinin anlarıyla adeta bir istilaya uğradı. Suat... Beren... Korkma sevgilim... Seni seviyorum. Yanımda ol.
Çıplaktı. Çırılçıplaktı. Artık utanması manasızdı çünkü ne de olsa Suat'ın görmediği, sevmediği bir yanı mı kalmıştı? Fakat yine de bu yeni gün, o çılgın arzuların yatıştığı ve şimdi her birine "O ben miydim? Onlar biz miydik? O istek, o tutku..." diye sorgulatacak sakin anımsayışlar belki ikisini de mahcup edecekti. İçinde ılık esintilerle bacağını usulca kaydırıp Suat'ın çıplak bacağına dokundurdu. Minicik sakallarla artık biraz daha erkeksileşmiş yüzde kirpiklerin uysalca oynadığını gördü ve heyecanla bekledi; yol yorgunu oluşuna hiç de aldırmayıp bütün bir gecesini onu sevmeye, onun tarafından sevilmeye adayan ve onu sonu gelmeyecekmişçesine öpücüklere, okşamalara ve tatlı sözlere boğan sevgilisi kim bilir bu ikiye katlanmış yorgunluğuyla şimdi ne derin uyuyordu ki, kızın bacağının o temasıyla uyanmadı.
"Suat... Yeter ama... Yorulmadın mı?"
"Öpülmekten bıkacaksın dememiş miydim? Hem sen de bıkmam demiştin..."
"Sırf öptün mü ki, yaramaz!"
Her sözlerinde ya arzulu bir ses, bir nefes ya da tatlı kıkırdanmalarla birbirlerini öyle mutlu, öyle sarhoş etmişlerdi ki, o geceyi bitirmekten sabah suçluydu, gün, güneş suçluydu.
Kendini biraz daha uyanmış hissetti ama sevgilisini uyandırmaya ilişmedi; yorgunluğuna, derin, huzurlu ve dinlendirici uykusuna kıyamamıştı, onun uyuyuşunu izleyecekti, ne de olsa gün uzundu. Eli onun kolunun altından beline sarılmış haldeydi ve şimdi Beren kolunu usulca çekip sevgilisinin yüzüne uzandı, dün gece tenini gıdıklamış olan o tatlı, kumral sakalları nazikçe okşadı. Bu yaşadıkları rüya gibiydi veya masal; bütün gerçeklikleri aşan bir güzellikte. Artık aralarında birinin bilip ötekinin bilmediği, birinin tadıp ötekinin tatmadığı ne kalmıştı; tüm o bölüşülmüş duygulardan, coşkulardan, isteklerden sonra ve büyümeye, yetişkinliğe giden adımlar bir kez de bu yatağın üzerindeki o istek ve aşk dolu titreyişlerde kesişirken, burada beraber sanki bir yaş, bin yaş daha alır ve aynı anda tam aksine, gençleşir, gençleşir, taptaze duyguların ve yaşantıların ortasında iki şaşkın, sevmeyi ve bir olmayı birbirinden öğrenirken, üstelik hüzün ve yitirme korkuları da bu kadar birken ve öğrenmişken mücadele günlerinde sevmek, sevişmek neymiş, artık hangi duyguları veya fikirleri ayrık olabilirdi? Bu odada birbirlerinin karşısında hem ruhen ve hem de bedenen soyunmuş, çıplak kalmış, birbirlerini en dıştan en içe, derinlemesine görmüş, bilmiş, yaşamışlardı; hayat tek bir somut şey olsa tadı neye benzermiş, anlayarak ve o tadı birbirlerinin bedenlerinde bularak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...