Gözlerinde umut, yüreğinde aşk
Bağdaş kurar mısın soframa?
Güneş Eczanesi şu sokağa açıldı açılalı pek çok ağrı, sızı, hastalık görmüştü de, iki genç çocuğun kalbini böyle yumuşacık bir okşayışla sarıp onları birbirlerinin karşısında, soğuk algınlığına kapılmış gibi, oysa tam aksine, sıcacık bir hissin algınlığıyla titreten bu en nadide hastalığa ilk kez şahit oluyordu. Üstelik bu öyle bir hastalıktı ki, Beren'i ve Suat'ı amansızca sararken aynı anda onları tazeliyor, yeniliyor, onların, dışarıdaki her türlü kirliliğe karşı bir bağışıklığı birbirlerinin varlıklarında bulmalarını sağlıyordu.
Şimdi Suat salçalı ekmek dilimlerini dizdiği düz tabağı alçak sehpanın üzerine bırakmış, dönüp tezgâhın başında çay doldurmakta olan Beren'e bakmıştı. Kız çaydanlık altlığını iki elle tutuyor, kaynar suyu bardağa doldururken sanki her an üzerine dökecekmiş gibi tezgâhtan geri durmaya çalışıyor, bir yandan kendi kendine konuşuyordu. "Açık mı oldu, bilmem ki..." Kaynamış su sanki çaydanlıkta hâlâ fokurduyormuşçasına ses çıkararak dökülüyordu bardağa, Suat dolduruluşunu görmüyor ama duyuyordu. Bir an sonra kız, "Ayy, al işte!" dedi çaydanlığı bırakarak. "En sevmediğim şey!" Suat, kendini mi yaktı diye bir an ileri atıldı, Beren o esnada bir çay tabağını kenara koyup yeni, temiz bir çay tabağına uzanmıştı. O zaman anladı Suat, gülümsedi. Kendisi olsa taşırdığı çayı döküp aynı tabağı tekrar kullanacaktı, fakat prenseslikti ya... Veya belki görgü kuralıydı... Beren uzanıp bir başka çay tabağı aldı. Suat eczanenin arka tarafına geçen basamakların ahşap korkuluğuna dayanmış, yüzünde sanki hayran bir gülümsemeyle kızı izliyordu. Şu tecrübesiz, beceriksiz ama çabalayan halleri nasıl tatlıydı... Bir de şimdi böyle ortak bir şey yapmaları, dört koldan küçük de olsa bir sofra kurmaları; onun Beren için yemek hazırlaması, Beren'in onun için çay yapması... Şey gibiydiler sanki... Çift... Ilık bir şey aktı göğsünden midesine. O günler de gelir miydi?
"Ya Suat... Bu niye böyle oldu?" Eğilmiş, çay bardaklarına bakıyordu Beren. Gözlerini Suat'a çevirdiğinde, Suat kızın üzgün ifadesini gördü. "Ne oldu?" diye gitti yanına. Beren çaylardan birini alıp gösterdi. "Üstü böyle şey... Çay çöpü müdür nedir... Üstünde kaldı hep."
Suat güldü. "Tamam, buna mı üzüldün?"
Beren kime küstüğü anlaşılamayan bir çocuk gibi dargın, sitemli bakıyor, tüm hevesleri kırılmış olarak dudak büküyordu. Suat'ın bakışları yine sanki farzmış gibi o dudaklara eğildiğinde, Beren bundan habersizce fakat sanki sezmiş gibi tesadüfen dudaklarını yalayarak konuştu. "Vallahi evdeki çok güzel olmuştu..." Çocuğun yüzüne baktı. Suat da gözlerini kızın gözlerine kaldırdı alelacele.
"Ya, tamam..." dedi avutur gibi bir tınıyla. "Bir sorunu yok ki çayın, oturmamış sadece." Beren ona gözleri irileşerek, hâlâ küskün, fakat biraz merakla baktı. Suat kızın düşen yüzünü tekrar gülümsetmek istiyor, "Hem zaten, benim yüzümden..." diyordu pür telaş. "Ben daha çay tam oturmadan tutturdum, yiyelim diye. Benim pisboğazlılığım yani..." Güldü Beren, o gülünce Suat da güldü. Tüm çabası bundandı işte, şu gülüşü iki saniye fazla görmek istediğinden. Şimdi keyiflenmiş, kızın elindeki bardakla beraber tezgâhtakini de almış, taburelere doğru yürümüştü. "Hadi gel. Asıl soğursa lezzeti kaçar çayın. Hava soğuk zaten, çay da üşür."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...