İnişlerim, çıkışlarım... O kendimden kaçışlarım... Gidişlerim, dönüşlerim...
İçimdeki sır... O kısır döngülerim...
Penceresinin önünde oturmuş, bir yandan cama vuran karı seyrederken diğer yandan arka planda çalan şarkıyı dinliyordu Beren. Elvis Presley söylüyordu bu kez. But now, diyordu. After loving you... What else is there to do? Ve Beren, pikaba yönelirken gözü şifonyerdeki teybe kaydığında bu kez öfke ve kırgınlık duymamış, aksine, tebessüm etmişti. Hem o teybin ifade ettiği şeye, hem de Beren'in geçen günkü o hiç yoktan kırgınlığının acısını ondan çıkarmak istemiş olmasına... İnsan sonradan baktığında, o fevri öfkeyi üzerinden attığında anlam verebiliyordu ancak; ne ilkel bir duyguydu bu... Hangi duygu? Hafif bir rüzgâr geçti iliklerinden. Düşüncesi bile heyecanla titretiyordu onu. Sanki şimdi tam yanında, dizinin dibinde Suat oturuyormuş da, onun, aklından geçenlerle bir ürperip bir gülümser olduğunu görüyormuş gibi, mahcubiyetle indirdi gözlerini ellerine. Suat'ın yazdığı şiiri anımsattı ona kendi ellerinin görüntüsü. Nasıl da beyaz, bakımlı, manikürlü ellerdi bunlar; hiç yorulmamış, beceriksiz... Piyano çalmakta, resim çizmekte hünerli fakat bir pamuğa tentürdiyot dökmeyi; değil çay yapmayı, çaydanlığı taşımayı bile beceremeyen elleri... Oysa görünen o ki, eller pek kıymetliydi Suat için. Suat için de, diğer devrimciler için de... El, emekti elbet; bunu bilmek için devrimci olmak gerekmezdi ya... Suat'ın kutsal saydığına ne denli uzak olduğunu fark etti Beren kucağındaki ellerine bakarken. Ne demişti o şiirde o şair? Nazım Hikmet... İtaatli, kör, aptal ellerden söz etmişti, isyan etmeyenlerden. Beren'inkiler hangisiydi? Belki biraz kör, fakat itaat ettiğinden değil, sahiden görmediğinden. Suat'ınkiler hangisiydi? İsyan eden ellerdi onunki. Beren bunu düşününce tuhaf bir şekilde gurur duydu onunla. İnandıkları uğruna bir şeyler yapan, yeri geldiğinde yumruk olup havaya kalkan, başka bir gün yasaklı afişleri rulo yapıp sımsıkı tutan o eller... Sonra bir de bugün heyecanlı bir çocuk gibi, biraz şaşkın, "Yemin et!" dediğinde, ona doğru uzanan fakat tutmaya, dokunmaya korkan, omuzlarının iki yanında asılı kalan... Karagümrük'te gezdikleri günün sonunda onun elini iki yanından tutup usulca okşadığı o anı anımsadı. Utançla gülümsedi. Nasıl yapmıştı! Bir de bilseydi Suat'ta yarattığı etkiyi...
Karın yağışına son bir kez bakıp kalktı oturduğu yerden, yastığının altına sakladığı şiiri aldı. Geldiğinden beri kaç kez okumuştu, saymamıştı bile. Kâğıdı açıp şöyle bir göz attı tekrar. Yalnızca onun yazısını bir kez daha görmek istemişti. Suat'ın o kâğıda Beren için bıraktığı her bir harfi... Onu düşünerek... Gülümsedi. "Aptal çocuk..." diye mırıldandı, Suat'ın o sevimli gülümseyişini, Beren'in kimseyle görüşmediğini öğrendiği andaki bariz mutluluğunu bir kez daha hatırlarken. Ona tavır aldığı haliyle bile şiir yazmıştı ya, başka ne denirdi? Hem böyle akıllı olup hem de bu denli şaşkın olan birini daha tanımıyordu Beren. Kâğıdı tekrar katlayıp hırkasının cebine koydu. O duygu işte... Az önce, hangi duygu, diye sorguladığı o duygu... İçini, bu şiiri hep yanında taşıma isteğiyle dolduruyordu.
*****
Cıvıldayan sesiyle, "Anne!" diye bağırırken arkadan beline sarılmıştı Beren, mutfak tezgâhının başında bir şeylerle meşgul olan kadının. Dilruba Hanım anlık bir şaşkınlıkla durup omzunun üzerinden kızına baktı. Birkaç gündür onda gördüğü o neşesizlik halinin geçmesinden memnun olarak döndü.
"Keyfi yerine mi gelmiş benim güzelimin?" diye yanaklarını iki yanından sıktı kızının. Üniversite sınavı telaşesi zannediyordu Beren'in keyfiyle böyle oynayanı. Nereden bilsindi kadın, kızının neşesizliğine de, bu cıvıl cıvıl neşesine de tek sebebin, yaşanan tüm bu anlardan habersiz, kendi halinde bir delikanlı olduğunu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nereye Uçar Turnalar?
FanfictionNereye uçar turnalar, nereye gider gökyüzü... Alıp kanatlarına umutlarını geçmişin? Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi... Bir 70'ler hikâyesi. Bu hikâyede, gençliğin ilk heyecanlarıyla tasasızca yaş...