on birinci bardak

4.1K 781 406
                                    

12 Kasım 2017
19:47

İki genç adam ellerindeki poşetlerle tembel tembel kaldırımda yürüyordu.

"Hey Namjoon?"

"Hmm?"

"Usain Bold İtalyan olsaydı adı ne olurdu?"

Namjoon başını sola çevirip yanında yürümekte olan çocuğa baktı. Yanakları ve burnu soğuktan pembenin tonlarına bürünmüş olsa da gözleri sıcacık, saçları rüzgardan karman çorman olmuş çocuğa...

"Ah, bilmiyorum." Namjoon utangaç bir şekilde gülümseyerek gözlerini yola dikti.

"Usain İtalik."

Seokjin sokağın sessizliğini ortadan ikiye yırtan bir kahkaha ile Namjoon'un omzuna vurdu.

"Anladın mı? Bold, italik?"

Namjoon bu adamın evine gitmekte olduğuna inanamıyordu.

"Kim Seokjin..." düşündü.

"Ne karakter ama."

"Ne?"

"Ah, hiçbir şey."

"Ya! Benimle konuşurken karakterlerini mi düşünüyorsun? İnsan bari nazik olmak için güler."

"Cık cık cık..."

Seokjin sahte ciddiyetini koruyamadan bir kahkaha daha patlattı.

Namjoon bir süre üzerinde yürüdüğü kaldırımı seyretti. Taşıdıkları poşetlerin hışırtısını, ana yoldaki trafiği, insanları, uzaktaki kalabalığı, yanında yürüyen adamın yavaşça nefes alıp verişini dinledi.

Her adım attıklarında hava daha da kararıyordu. Güneş, batmadan önce var gücüyle bulutları kırmızıya boyamıştı.

"Uzun bir süre oldu..." Seokjin konuşmaya başladığında Namjoon gözlerini yerden alarak ona baktı.

"...biri için bir şeyler pişireli."

"Yemek pişirecek kimsem olmadığından tabii." Seokjin içinde bir iki damla hüzün bulunduran sessiz bir kahkaha ile havayı yumuşatmayı umut etti.

Namjoon sessizce yanında yürüyen adama bir kez daha baktı.

Ancak bu kez sadece bakmak yerine onu gördü.

Yanağındaki ufak yara izini, batmakta olan güneşin yansıdığı gözlerinin parlamasını, güldüğünde oluşan yarım gamzelerini...

Ne kadar da güzel bir görüntüydü.

"İşte burası."

Birlikte hızlıca apartmana girdiler. Dışarısının soğuğundan kurtulan iki adam da derin bir iç çekti. İçerisi vanilya kokuyordu, apartman lobisi duvarlara monte edilmiş loş mavi ışıklarla aydınlanırken Namjoon aynadaki yansımasına bakmadan edemedi.

Düşündü.

Seokjin yıllar boyu uğruna çalıştığı işi bırakmıştı, birden çok kez iflas eşiğine gelmişti, ona asla iyi bir şef olamayacağını söylemelerine rağmen o asla yapmayı sevdiği işi bırakmamıştı.

Namjoon onun azmine imrendi.

Kendisi her sabah bırakmak istiyordu. Her uyandığında -başındaki o korkunç ağrı ile- bütün bu yaptıklarının, yazdıklarının, yarattıklarının hiçbir önemi olmadığı ve asla olmayacağını düşünüyordu. Her sabah kahvesi soğuyana dek bilgisayar ekranına bakıyor, belki de insanların 'kabul edebileceği' bir şey yazması gerektiğini düşünüyordu.

Ancak ne yaparsa yapsın parmaklarının ucundan dökülen tüm kelimeler onları anlatıyordu.

Han Seung Jae ve Jo Soo Hyun.

Han Seung Jae sevilmeye muhtaçtı ve Jo Soo Hyun sevecek birini arıyordu.

Namjoon kendi kendine bunları düşünürken Seokjin'in çoktan asansöre binerek kendisini beklediğini fark etti.

"Ah, pardon. Dalmışım."

"Ben sen olsaydım ben de kendi yansımama bakarken dalıp giderdim."

Namjoon başını öne eğerek gülümsedi.

"Benimle flört mü ediyorsun?"

"Bilmem, ediyor muyum?"

"Kaçıncı kat?" Sordu.

"Sekiz."

Ve böylece içinde bulundukları ufak asansöre tekrar bir sessizlik çöktü.

Seokjin apartmanının kapısını açtığı an içeriden sıcaklık yayılmıştı. Namjoon elinde olmadan keyifle gülümseyerek arkadaşını takip etti.

Tüm apartman onun gibi kokuyordu.

Ufak Mario oyuncakları -Namjoon ister istemez yirmi altı yaşında bir adamın neden Mario koleksiyonu olduğunu düşündü-, Namjoon'un beyaz, gri ve bej temalı minimalistik apartman dairesinin tam zıttını oluşturan, duvarları kaplayan büyüklü küçüklü tabloları ile ev tıpkı Seokjin'in renkli ancak sakin kişiliğini yansıtıyordu.

"İstediğin yere oturabilirsin."

Seokjin, Namjoon'un ceketini asarken konuştu.

"Poşetleri taşımana yardım edeyim."

"Teşekkürler."

Seokjin bir iki poşeti Namjoon'a uzattıktan sonra yolu gösterircesine önden yürüdü.

Mutfak genişti.

Mutfak oldukça genişti ve Namjoon bir şeften daha azını beklediği için utandı.

Sol tarafta mutfak dolapları, fırını, buzdolabı ve bir çok mutfak aleti vardı. Tam karşıda ise şehir ışıklarını tıpkı bir yağlı boya tablosu gibi gösteren, boydan boya bir pencere... Sağ tarafta neredeyse duvara bitişik olan geniş, beyaz, ahşap bir masa, yerde ufak bir paspas...

Seokjin dirseğiyle ışığı açarak poşetleri yere bıraktı. Namjoon da onun hareketlerini aynaladı.

"Misafirimsin, o yüzden lütfen otur. Yeterince yoruldun." Seokjin gülümsedi.

Namjoon ahşap sandalyelerden birine oturarak Seokjin'i seyretti.

"Biraz paslanmış olabilirim. Umarım senin için pişireceklerimi beğenirsin."

"Okurken her kelimesinden keyif aldığım kitabına karşılık yapabileceğim tek şey bu."

"Okuman en büyük karşılıktı."

--

Y/N: Hikayeyi okuyan d ö r t kişi var hepsini tek tek seviyorum.

Her zamanki gibi, okuduğunuz için teşekkürler.

Sizler benim Seokjin'imsiniz.

Reflection | 남진Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin