dördüncü bardak

5.3K 692 155
                                    

26 Ekim 2017
09:07

"Ah, Namjoon! Hoş geldin."

Serin bir ekim sabahında, Namjoon, kendisini hayatın siyah beyazlığından çekip kopartan ufak kafeye adım atmıştı. Bir perşembe sabahı olduğundan sadece bir iki kişi sessizce masalarda oturuyordu. Bazıları gazete okuyor, bazıları tembel tembel telefon ekranlarına bakarken sıcak kahvelerini yudumluyordu.

"Merhaba." Namjoon gülümseyerek biraz ilerideki kasanın arkasında oturmakta olan Seokjin'e seslendi.

Bu bir süredir devam ediyordu.

Namjoon boş vakti olduğunda -ki emin olun bu "sık sık" manasına geliyordu- Seokjin'in işlettiği kahve dükkanına uğruyordu. Bazen okumak için, bazen yazmak için, bazen de... Sadece Seokjin'i görmek için...

Aralarında tarif etmesi güç bir arkadaşlık oluşmuştu.

Seokjin, Namjoon için, yağmurdan sonra her zaman gökkuşağı çıktığının kanıtıydı.

O gece oldukça içmişlerdi. Nasıl olduysa Seokjin, Namjoon'u onun hikayelerini okumaya ikna etmiş, üstüne Namjoon'un telefon numarasını almıştı.

Namjoon ceketini titizce katlayarak yanındaki boşluğa koydu. Biraz sonra Seokjin, elindeki kağıtlarla karşısındaki koltuğa oturarak enerjik bir şekilde arkadaşına baktı.

"Günaydın." Gülümsedi.

"Günaydın."

Namjoon, adamın elindeki kağıtlara baktı. Ne kadar ısrarcı olursa olsun Seokjin yeni bir kopya almayı reddetmiş ve buruşuk, solgun kağıtların daha değerli olduğunu savunmuştu.

Bir kez olsun karakterlerin arasında açıkça görülmekte olan romantik ilişkiden bahsetmemişti. Onun yerine karakterlerin iç dünyalarına, ilgisini çeken cümlelere, paragraflara ve ileride olacaklara dair düşünceleri idi ağzından çıkanlar.

Seokjin, Namjoon'un ilk ve tek okuyucusu olmuştu.

"Seung Jae kafa karıştırıcı bir karakter."

Seokjin, kaşlarını hafifçe çatarak kağıda baktığında Namjoon zevkten dört köşe bir halde onu seyrediyordu. Sakin görünüşünün altında sevinç ile pır pır eden kalbi onu bile şaşkına çevirmişti. Sonunda yazdıklarını çöp olarak görmeyen ve en azından üzerinde düşünen birini bulmuştu.

"Han Seung Jae... Han Seung Jae..." Seokjin kağıtları nazikçe karıştırmaya devam ederken Namjoon sessizce genç adamı seyretti. Kendisinden üç yaş büyük olmasına rağmen kendisinden genç duruyor, kendisinden daha çocukça bir enerji ile 'ben buradayım' diye bağırıyordu.

"Peki ya Soo Hyun?" Namjoon sordu.

"Jo Soo Hyun için kötü hissediyorum. Boğuluyormuş gibi. Söylemek isteyip söyleyemediği çok şey var. Kaybetmeyi göze alamayacağı şeylerden korkuyor." Seokjin cevapladı.

"Seung Jae gibi."

"Seung Jae gibi!" Genç adam parlak bir tavırla gülümsedi.

"Kahve ister misin? Hatta az önce fırından kurabiye çıkardım, bekle hemen geliyorum."

Üzerindeki pastel mavi mutfak önlüğünün iplerini bağladıktan sonra dükkanın arka tarafına ilerleyerek gözden kayboldu.

Namjoon ilk tanıştıkları geceyi bir kez daha düşünmeden edemedi masanın üzerindeki buruşmuş kağıtlara baktığında. O, en ufak endişe duymadan kağıtları olduğu yerde terk etmişti ancak Seokjin hızlı bir şekilde onları toparlayarak kaloriferin üzerinde kurumaya bırakmıştı.

Yazdıklarının yıllardır eleştirmenler ve basımcılar tarafından görmediği değeri, yağmurlu bir akşamın ortasında bir yabancıdan görmesi iç karartıcıydı. Bu iç karartıcı durumda bile Seokjin, Namjoon'a hala iyi şeylerin olduğunu kanıtlamıştı.

Ve Namjoon o gece, yazmayı bırakma fikrini bir rafa kaldırdı.

Reflection | 남진Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin