25 Aralık 2017
16:04Namjoon elinde tuttuğu telefonu ile ufak mutfak tezgahının üzerine oturmuştu.
Aklında dolanan ufak anı, yıllar öncesinden kalma bir hissi taşımıştı gözlerine. Mutfak tezgahına oturur, annesini yemek yaparken seyrederdi. Sessiz olduğu ve bir şeye dokunmadığı sürece annesi orada oturmasına hep izin vermişti. Yine de bir anne olduğundan gözünün ucuyla dikkatle oğlunu seyreder, Namjoon'un kalbini eriten yumuşak sesi ile ona sorular sorardı.
"Bugün ne yapmak istersin?"
"Bugün ne yemek istersin?"
"Parkta oynamak ister misin?"
Namjoon sessiz bir çocuktu. Annesine çekmiş olmalıydı. Genç kadın, sonbaharda havada süzülen bir yapraktan daha hafif, daha sessizdi. Ancak üstüne bastığınızda çıkarırdı sesini. İşte belki de bu yüzden sık sık kocasıyla tartışıyordu. Adamın bir huyu da, genç kadını çileden çıkarmaktı.
Çok tartışırlardı, Namjoon bunun birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrenmişti.
Namjoon hep annesinin neden babası gibi bir adamla evlendiğini düşünüp dururdu. Küçüktü ancak anlaşamadıklarını görmek için bir yetişkin olmaya gerek yoktu. Babasının kaba tonunu, annesinin sessizce dinlemesini, gizli gizli çekilen içleri, yere, tavana, oraya buraya bakmaları, sıkılmış elleri kim görse anlardı.
Evet, annesi neden o adamla evlenmişti ki? Hep bunu merak etmişti.
Ancak şimdi anlıyordu Namjoon.
Genç kadın tüm kalbiyle sevmişti o adamı, o adam da varını yoğunu o kadın için ortaya koymuş, gece gündüz çalışmıştı.
Mutfak tezgahının üzerinde oturan küçük Namjoon işte bunu anlayamayacak kadar küçüktü. O zaman tezgahın kenarından sarkan ufak ayakları, şimdi yere değiyor, ona bir adam olduğunu hatırlatıyordu bir kez daha.
Tıpkı babası gibi, bir adam.
Ufak Namjoon, annesinin babasına ne kadar aşık olduğunu babasının öldüğü gün anlamıştı. Senelerce dökülen göz yaşları, atılan sessiz çığlıklar ve yemek masasındaki boş sandalyeydi geride kalanlar.
Ve Namjoon o gün bir söz vermişti kendine.
Birilerini sevmeyi, gerekirse onlar için göz yaşı dökmeyi asla onların ölümüne bırakmayacaktı. Hayat yaşamamak için fazla kısaydı. Birisi ile ne zaman son kez konuştuğunuzu asla bilemezdiniz.
İşte bu yüzden elindeki telefonu ile oturuyordu mutfak tezgahında. Çünkü Seokjin öpücükten sonra ortadan kaybolmuştu.
Belki de o sabah geçmişi çok düşündüğündendi, endişe duyar olmuştu. Yine de kendini kafeye gitmekten alıkoyamadı.
İçeriye girdiğinde kendisini karşılayan sıcaklık ile kaslarının anında gevşediğini hissederek gülümsemiş, daha sonra tanıdık adamı aramıştı gözleriyle. Onun yerine kasanın arkasında oturmakta olan Jimin'i gördü. Bir eliyle yavaşça saçıyla oynuyor, diğer eliyle de okumakta olduğu kitabı tutuyordu. Kafede çalan caz müziğine eşlik eden kısık sesteki konuşmalar ve dışarıdaki araba sesleri bile onun dikkatini bozmamıştı. Gözlerini sayfaya kitlemiş, içeriye girmiş olan Namjoon'u görmemişti bile.
Namjoon Jimin'in gerçekten de dikkatsiz bir çalışan olduğunu düşündü ve gülümsedi.
Kasaya doğru ilerlediğinde Jimin hızlı bir şekilde kitabını bir kenara koyarak ayağa kalkmıştı. Karşısında Namjoon'u gördüğünde tüm yüzü birden bire aydınlanıverdi.
"Ah! Merhaba Namjoon Hyung. Nasılsın?" Çocuk konuştu.
"İyiyim. Ne okuyorsun?" Namjoon çenesi ile Jimin'in az önce yere bıraktığı kitabı işaret etti.
"Dorian Grey'in Portresi."
"İlginç bir seçim. Seni hiç o tarz kitaplar okuyacak biri olarak düşünmemiştim."
"Öyle mi? Ne okuyormuşum gibi duruyorum?" Jimin güldü.
"Erkek magazini... moda sayfaları?"
"Hey!" Jimin şakacı bir tavırla uzanarak Namjoon'un omzuna vurdu.
"Neyse, bunu bir iltifat olarak kabul edeceğim."
Namjoon gülümsedi.
"Dışarıdaki araba senin mi?" Namjoon kafenin önüne park edilmiş pahalı görünümlü arabadan söz ediyordu. Arabalarla arası olmadığından ilk önce ilgisini çekmemişti ancak daha sonra oldukça şık bir araba olduğunu fark ederek bu ufak kafede öyle pahalı görünümlü bir arabayı sadece Jimin'in karşılayabileceğini düşünmüştü.
"Ah, evet. Nereden bildin?" Jimin sordu.
Namjoon kaşını kaldırdı ve bunun üzerine Jimin kocaman bir kahkaha attı.
"Çok kar vardı, yürüyerek gelmek için çok soğuktu. Çok yakınlarda oturmuyorum."
"Anladım... Sadece, garsonluk işine gelirken gördüğüm en pahalı arabayı sürmen komiğime gitti."
Namjoon güldüğünde Jimin elinde olmadan eşlik etti.
"Her neyse! Ne yapabilirim sana?"
"Ah, hiçbir şey. Ben sadece Seokjin'i sormak için gelmiştim. Bir süredir konuşma fırsatımız olmadı da."
"Seokjin Hyung?" Jimin başını hafifçe yana eğerek diğer adamı gözlemledi.
"Hasta olduğunu söyledi. Tek başıma idare edebileceğimi söyledim, o yüzden evde dinleniyor olmalı." Namjoon'un sorusuna cevap verdi.
Namjoon uzanarak Jimin'in başını hafifçe okşadı.
"Teşekkürler. O halde, görüşürüz."
Namjoon arkasını dönüp kafeden çıkarken arkasına bakmadı.
Eğer arkasına bakmış olsaydı Jimin'in kızarmış yanaklarını belki görebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reflection | 남진
Fanfic❝Üzgünüm, mekanı kapatmak üzereyiz.❞ ❝Yağmur dinene kadar kalamaz mıyım?❞ 。 Namjoon'un bir bardak kahve içmek için girdiği kafeden her defasında bir bardak kahveden çok daha fazlasını alarak çıktığı hikaye. ㅡKNJ&KSJ