💫

295 25 0
                                    

Lisenin ilk günü, yeterli gelmeyen sıraların kaderimi değiştireceğinden habersiz, soğuk ahşapta oturduğumu hatırlıyorum. O'nun ilk derse, ilk günden geç kaldığını hatırlıyorum. Hocanın zoruyla, istemeyerek benim yanıma oturduğunu hatırlıyorum...

Aramızda çok kötü bir etkileşim olmasına rağmen, o gün, seni ilk gördüğüm zaman, hayatımda çok önemli yer tutacağını biliyordum. Tıpkı senin defterinde anlattığın o"boşluk" hissi gibi tanımsızdı bu düşünce. Yersizdi...

Ama aldırmamıştım. Hayatımı altüst edeceğini bile bile sana yaklaşmış; sana gülümsemiştim. Bana, herkese yaptığının tam aksine, sıcak yaklaşmıştın. Sonra kemikli ellerini, gece siyahı saçlarına götürdüğünde bana ismini fısıldamıştın. "Poyraz" demiştin. Sonra o bilindik; bilgiç gülümsemeni takınıp beni süzmüştün. Sana elimi uzatıp, "Hayal" dediğimde, elimi sıkmamıştın. O an sana sinir olmuştum. Ama sen hep böyleydin. Kibirliydin. Benmerkezciydin. Bencil ve kabaydın. Ben seni böyle kabullenmiştim. Ben, seni tüm varlığınla, hataların ve kusurlarınla kabullenmiş; ve öyle benimsemiştim. Tıpkı o günkü gibi. Teneffüste bile bana yer açmayıp, kabaca oturuşuna rağmen sesimi çıkarmamıştım. Bir süre sonra sen, "Neden rahatsız olduğunda bunu belirtmiyorsun?" diye sormuştun. Sonra böyle devam edersem tüm yaşamım boyunca ezilip kakılacağımı, hayatta küçücük bir yer edineceğimi söylemiştin. Ve bu söz Poyraz, o gün, o muhteşem dostluğumuzun imzası olmuştu. O günden sonra, istesek bile ayrılamaz olmuştuk birbirimizden. Kantine bile beraber gider, Mehmet Amca'nın yaptığı, o enfes tostları beraber indirirdik mideye. Sen hiç bana acımaz, kabaca benimkileri de yerdin. Ben ses çıkarmayınca bana kızar, neden böyle yaptığımı her defasında sorgulardın.Ben sesimi çıkaramazdım her zaman. Hep sessiz kalan; dinleyen taraf olurdum. Bana gelen çıkma tekliflerini bile reddedemezdim. Sonra sen bana yeniden kızar; teklifleri hiç de uygun olmayan bir biçimde reddederdin. Beni hep kıskanırdın. Sinemada bile yanıma bir erkek oturduğunda kalkar ya yer değişitirirdin; ya da sinemayı terk ederdin. Bana çok farklı davranırdın. Sanki kaybetmeye korktuğun en değerli oyuncağınmışım gibi korur; tadı en güzel şekerlemeymişim gibi sakınırdın beni. Annem ve babam bile beni, sana emanet ederdi. Onlara, beni sağ salim eve getireceğine dair söz verirdin.

Dostluğumuz dördüncü yılına geldiğinde, lisenin son günlerini yaşıyorduk. Bütün sınavların bittiği; stresin azaldığı o sıkıcı dönemde benden biraz soğumuştun. Sebebini sorduğumda ya susar, ya da konu değiştirirdin. Ben her zamanki gibi görmezden gelir; sana bütün samimiyetimle yaklaşırdım. O zamana kadar hala sessiz; senin deyiminle pısırık biri olarak hayatımı sürdürmüştüm. Artık beni, bu huyum yüzünden yargılayıp, bana her zaman bağırırdın. Bir gün canıma o kadar tak etmişti ki, sırf sana inat, benden bir yaş büyük olan Ozan'ın teklifini kabul etmiştim. Hem de sana sormadan; hiç haberin olmadan kabul etmiştim. Duyunca bana bağırmamıştın, ya da kızmamıştın. Sadece sessiz kalıp "bitti" demiştin. Lisenin ilk günü bana ismini fısıldar gibi söylemiştin bunu.

Aradan iki hafta geçmişti. Koskoca iki haftayı sensiz geçirmiştim; ki benim için cehennemden de beterdi. Sensizlik canımı yakıyordu. O zaman anlamıştım. Sen sadece benim abim, dostum ya da arkadaşım değildin. Sen benim dört yıldır, aklımın kıytı köşelerinde, benim bile bilmediğim kısımlarında yaşadığım aşkımdın. Ve bunu kendime itiraf etmek için çok geç kalmıştım.

O zamanlar, geç kalındığını bilmiyordum tabi. Bunu kendime itiraf eder etmez, Ozan'dan ayrılmış, telefonda senin numaranı tuşlamıştım. Ama açmamıştın. Aradım. Aradım. Ama yine açmadın. Evine gittim bu sefer. Zili çaldım. Çaldım. Çaldım. Ama kapıyı aralayan olmadı. Sonra anneni- Nermin Teyze'yi aradım bu sefer. İkinci çalışta açtı. Sesi yorgun ve uykusuz geliyordu. Seni sordum hemen. Sustu. Uzun süren sessizlikten sonra "öldü..." dedi. İdrak edemedim. Ben de sustum. Ağlamadım; ya da bağırıp, etrafa sövmedim. Sadece sustum. Ve seni düşündüm Poyraz. Seni düşündüm. Gözlerimi kapayıp; gülüşünü, o kibirli gülüşünü geçirdim aklımdan. Kibirli ses tonunu... Gece siyahı saçlarını... Beyaz tenini... Hayal ettim.

İki ay sonraydı. Evine gittim. Nermin Teyze, cenazedekinden daha iyi görünüyordu. Ona burukça gülümsedikten sonra, odana girmek istedim. İzin verdiğinde, içimi boşluk hissi kapladı ve bir an için izin vermemiş olmasını diledim. Odan tarif edemeyeceğim bir şey kokuyordu. Sen kokuyordu. Yatağına oturdum. Nermin Teyze beni yalnız bırakmıştı. Yastığını aldım; ve sarıldım ona.. Elime sert bir cisim geldiğinde duraksadım. Yastığının içinde bir defter vardı. Onu oradan çıkarıp, kapağını araladım. İçinde benim fotoğraflarım vardı. Ve tarihlenerek yazılan birtakım yazılar... Gözyaşlarımı tutamadım. Her sayfada biraz daha ağlıyor; biraz daha kahroluyordum. Ama son sayfaya geldiğimde gülümsedim. Bana "bitti" dediğin tarihin altında yalnızca dört kelime vardı.

"Sen, benim, yaşayamadığım hayalimsin..."

Tumblr HikâyeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin