~1985~
Kağıttan kartondan yapılmış, boyalarla süslenmeye çalışılmış, ince bir dikiş ipine bağlanmış acemi işi bir uçurtmaydı. Bahçede ki dut ağacının yüksek bir dalına takılmış, ipi ise onu çıkarmaya çalışan Ömer'in elinde kalmıştı. Bir süre sonra rüzgar uçurtmayı ağacın dallarından kurtardı. Ömer'in üzerine ailemizi çizdiği uçurtmada benim olduğum yer yırtılmıştı. Ömer sonra bantladı. Ama o uçurtma beni bu aileden bir rüzgarın koparacağını, ardından hep zorla tutturulmuş gibi görünceğimi gösteriyordu. Bu yüzdendir ki yıllarca kabuslarımda en beklemediğim anda karşıma çıkıp korkuyla uyanmama sebep oldu.
Beni o resimden koparan rüzgar ise büyük ölçüde üvey annemdi. Gitmeden bir gün önce babamla tartıştıklarını, zaten Ömer'e zor baktığını benimle uğraşamayacağını, benim gittiğim yerde çalışmam gerektiğini duydum. Babam karşı çıkıyordu ama kadın öyle ısrarcıydı ki ben bile ona hak verdim.
Bu yüzden babama mektuplarımda sürekli iyi olduğumu, tatillerde çalıştığımı -bunu benim istediğimi- fırsatını bulursam geleceğimi söyledim. Aslında eve dönmeyi hiç istemiyordum. Şu bir yılın ardından Ömer'i öyle özlemiştim ki tekrar dönmekten korkuyordum. Mektuplarında babam ondan hiç bahsetmezdi. Kısa bir kaç cümle dışında bir şey yazmazdı zaten.
Bu düşüncelerimi Bülent hocaya anlattığımda her zaman ki gibi o mahmur gözlerini uzaklara dikip derin derin iç çekti. Sonra "sen çok olgun bir çocuksun Mustafa" dedi. Bu o zamanlarda oturup şöyle böyle konuştuğum herkesten duyduğum bir cümleydi. Haketmediğim bu övgüyü işittiğimde ise gözlerimi yere dikerdim. İnsanların içimdeki bencilliği gözlerimden görmesinden korkardım.
Bülent hocanın nadiren konuştuğu insanlardandım. O derse gelir, önce boş boş sınıfa bakar sonra konuşacak, bir şey anlatacak mecali yokmuş gibi boğuk bir sesle "kitap okuyun" der ve başlardı camdan bakmaya. Bizim sadece mavi göğü gördüğümüz o pencerede sanki o çok daha farklı şeyler görüp onlara anlam yükelemeye çalışıyormuş gibi bakardı. O bakış, o zamanlarda çok moda bir model olan beyaz arabasına binip evine doğru yol alana kadar devam ederdi.
Şunu çok iyi biliyordum ki her insanın hayatında geçmeyen, geçse bile bir ömür izini bırakan, en mutlu anında bile aklına gelip gözlerine gölge düşüren bir acısı vardı.
Bülent hoca da 80 darbesinde sokağa çıkma yasağının olduğu gün eşini ve karnındaki çocuğunu kaybetmişti. Bir gün öncesinde dünyanın en mutlusu ben iken bir gün sonra o dünya başıma yıkılmıştı demişti. Dünyanın en güzel binasını inşa etmişsin de bir gün sonra deprem olmuş, o bina tuzla buz olmuş gibi.
Bana bunları okul bahçesinde bir bankta otururken anlattı. Benim de kendi hayatımdan pek çok şeyi anlattığım gibi. Ama o zamanlarda bir yalan uydurdum. Kardeşimin olmadığını, annem ölünce babamın tekrar evlendiğini ve beni evde istemediklerini söylüyordum soranlara. Çünki diğer türlüsünü söylemek ağır geliyordu. Sanki yaptığım şeyi kabullenmek istemiyor başka bir ben olmaya çalışıyordum.
Bülent hoca işin aslını anlattığım tek insandı. Ve o zaman bile bana hak verdi. Tuhaf bir biçimde en olumsuz durumlarda bile insana kendini iyi hissettiriyordu. Bu ise içimde sürekli onunla konuşma isteği doğuruyordu.
Bülent hocanın kitap okuma dersleri sayesinde evin üst katında oturan Erdal abinin karısının üniversiteye giden kardeşi ile tanıştım. -Nurhan abla- benden 5 yaş büyüktü. O da benim gibi okulu için kalıyordu bu evde. Edebiyat öğretmeni olacaktı. O kadar çok kitabı vardı ve o kadar çok şey biliyordu ki onunla sohbet etmek tek eğlencem olmuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/62620703-288-k932248.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpsiz Uçurtma
Ficción GeneralZihnimde bulanık bir anı...Sözlerini hatırlamadığım bir şarkının melodisi gibi veya en önemli parçası kaybolmuş bir yapboz... İçimde hep ne olduğunu bilmediğim bir eksiklik hissettim. Bir şeylerle doldurmaya çalıştıkça daha da eksildim, yenildim zam...